Saturday, February 8, 2014

Thomas Ateli

Thomas Ateli

Endikasyonlar

Özellikle femur gövdesi kırıkları sonrasında alt ekstremitelerin yaralanmalarında traksiyonu sağlamak amacıyla

Malzemeler

a) Thomas ateli
b) 15 cm genişliğinde flanel bandaj
c) Gamgee sargısı
d) 15 cm genişliğinde 2 adet kaliko bandaj
e) Mezura
f) Emniyetli toplu iğneler
g) Makas h) İğne
i) Pamuk j) Blok

Yöntem

İşlem için 1 doktor ve 3 hemşire gereklidir. Doktor önerisine göre uygun analjezi uygulanır.
1. İşlem hastaya anlatılır. Önce deri ekstensiyonu uygulanacaktır.
2. Hastaya rekümbent veya semi rekümbent pozisyon verilir, yaralanan bacak açılır.
3. Bacağın kasık çevresinden ölçümü yapılarak atelin boyutu belirlenir; bu ölçüme ödem için 5 cm eklenir. Bacağın iç yanından kasık-topuk ölçümü yapılarak atelin uzunluğuna 25 cm eklenir. Atel, ayağın tam plantar fleksiyona geçmesine izin verecek uzunlukta olmalıdır.
4. Doktor traksiyon atelini bacaktan geçirerek, kasık seviyesinde yerleştirir.
5. Bir hemşire uygulama sırasında kırık bölgesini destekler.
6. Diğer hemşire atelin boyutlarına göre herbiri yaklaşık 60-90 cm olacak şekilde 6 flanel bandajı keser.
7. Bir hemşire, flaneli sedyenin bir yanından, hastanın ayak topuğunun biraz üzerinden atele uygular.
8. İkinci hemşire flanel bezleri metal bara sararak uçlarını ortada birleştirir. Üçüncü hemşire bu uçları alır, hastanın bacağının altından geçirerek tekrar ikinci hemşireye uzatır. Üçüncü hemşire çengelli iğne ile bu sargıları tespit eder.
9. Gamgee bezi bacağın altına gelecek şekilde atelin üstüne yerleştirilir. Gamgee'den bir ped hazırlanarak dizin altı desteklenir.
10. Doktor traksiyon sargısını Thomas ateline tespit eder.
11. Atelin ucu bir blok üzerine bağlanır.
12. Atelin üzerine kaliko bandaj uygulanır. Bu bandaj atelle beraber biri dizin altında, diğeri de üstünde olmak üzere sarılır. Diz fizyoterapi uygulamaları ve gözlem için açıkta bırakılır.
13. Hasta rahatlatılır ve servise gönderilir.
Devamını Oku »

Bilek Sargisi

Bilek Sargısı

Endikasyonlar

1. Bileğin incinme, burkulma ve minör kırıklarında
2. Alçı sargının çıkartılması sonrası

Malzemeler

a) 5 cm genişliğinde pamuklu tübüler bandaj
b) 5 cm genişliğinde elastik flaster
c) Makas

Yöntem

1. Etkilenen kol dirseğe kadar açılır, takılar çıkartılır, el nötral pozisyonda tutulur.
2. Hastanın elastik flastere alerjisinin olup olmadığı kontrol edilir, eğer varsa alerjik olmayan flaster kullanılır.
3. Elastik flaster, dolaşımı engellememesi için kendi gerginliğinde sarılır.
4. 40 cm uzunluğunda pamuklu tübüler bandaj kesilir.
5. Başparmak için, pamuklu bandajın bir ucunda 6 cm uzunluğunda küçük bir delik açılır.
6. Başparmak delikten geçirilerek bandaj el bileğinden dirseğe kadar sarılır.
7. Elastik flaster bu sargının üzerine şekilde görüldüğü gibi spiral şekilde sarılır. Sargı dirseğin 3 cm altında flasterlenerek sonlandmlır.

Hastaya uyarı ve öneriler

Sargı kuru tutulur.
Parmaklarda renk değişimi, uyuşukluk olursa, hastaneye geri gelinir.
Doktor direktifine göre sağlam eklemlere egzersiz yaptırılır.
Doktor önerirse el askı ile yüksekte tutulur.
Sargı 7-10 gün sonra doktor önerisine göre çıkartılır.
Devamını Oku »

Kolu Yukseltme Askisi

Kolu Yükseltme Askısı

Endikasyonlar

1. Geniş kol askısının aynısı
2. Kanamayı azaltma (basınç sargısı olarak)
3. El, bilek ya da önkolda ödemi azaltma

Malzemeler

a) Askı
b) 2 adet çengelli iğne (yetişkin için)
c) Emniyetli çengelli iğne (çocuk için)
d) 2.5 cm. genişliğinde elastik flaster (çocuk için)
e) Makas

Yöntem

1. Askı elbisenin altına uygulanacaksa hasta soyunur, takılar çıkartılır.
2. Hastaya rahat bir posizyon verilir.
3. Askının uzun, düz tarafı sternumla aynı çizgide tutulur ve üst ucu yaralanan kolun altından geçirilir. Üst uç karşı taraf omuza doğru uzatılır.
4. Askının alt ucu yaralı kolun omzuna getirilir. Boynun arkasında iki uç bağlanır.
5. Askı çengelli iğne (ya da çocuk için elastik flaster) ile tespit edilir.
6. Yaralı el diğer omuza doğru kaldırılır, askı ayarlanır, çengelli iğne ile tutturulur (çocuk için emniyetli kilitli iğne kullanılır).

Hastaya uyarı ve öneriler

Doktor direktifine göre sağlam eklemlere egzersiz yaptırılır.
Gece askı çıkartılır, ancak yaralı kol iki yastığın üzerine yerleştirilir.
Yakınlarına askının nasıl bağlanacağı öğretilir.
Askı doktorun önerdiği sürece kullanılmalıdır.
Devamını Oku »

Genis Kol Aksisi (Ucgen)

Geniş Kol Askısı (Üçgen)

Endikasyonlar

1. Klaviküla, humerus, dirsek, önkol, bilek ve metakarp kırıkları
2. Omuz, dirsek, parmak çıkıklarında redüksiyon sonrası
3. El ya da önkolun enfekte yaralan
4. Bilek üstü alçı sargılan veya kol yaralanmalannda destek amacıyla
Malzemeler
a) Askı
b) Çengelli iğne (yetişkin için)
c) 2.5 cm. genişliğinde elastik flaster (çocuk için)
d) Makas

Yöntem

1. Askı elbisenin altına uygulanacaksa hasta soyunur, takılar çıkartılır.
2. El bileği uygun açıda tutularak, hastaya rahat edebileceği bir pozisyon verilir.
3. Askının uzun, düz tarafı sternumla aynı çizgide tutulur ve üst ucu yaralanan kolun altından geçirilir. Üst uç karşı taraf omuza doğru uzatılır.
4. Askının alt ucu yaralı kolun omuzuna getirilir. Boyun arkasında iki uç bağlanır.
5. Askı çengelli iğne( ya da elastik flaster) ile tespit edilir.

Hastaya uyarı ve öneriler

Doktor direktifine göre sağlam eklemlere egzersiz yaptınlır.
Askının gece kullanılıp kullanılmayacağına doktor karar verir; eğer gece kullanılmayacaksa hastanın bir
yakınına askının bağlama şekli öğretilir.Askı doktorun önerdiği sürece kullanılmalıdır.
Devamını Oku »

Krepe Bandaj

Krepe Bandaj (Dirsekte)
Endikasyonlar

1. Zedelenme ve burkulmalarda destek olarak
2. Alçı sargının çıkartılması sonrası
3. Ödemi azaltmak, kanamayı önlemek için basınç uygulamak amacıyla

Malzemeler

a) 10 cm genişliğinde krepe bandaj
b) 2.5 cm genişliğinde elastik flaster
c) Makas

Yöntem ve hemşirelik tanıları

1. Hastaya rahat bir pozisyon verilir, etkilenen kol açılır.
2. Dirsek hafif fleksiyonda iken bandaj, dirseğin bir kanş aşağısından başlayarak spiral şekilde sanlır ve dirseğin bir karış üstünde sonlamr.
3. Elastik flaster ile tespit edilir.

Hastaya uyarı ve öneriler

Bandaj kuru tutulur.
Hasta, yıkanmak isterse bandaj çıkartılır, sonra
yeniden uygulanır.
Bandaj önerildiği sürece kullanılır.
Kol, doktorun önerdiği şekilde yüksekte tutulur
ve/veya egzersiz yapılır.

Krepe Bandaj (el bileğinde)

Endikasyonlar

1. Zedelenme ve burkulmalarda destek amacıyla
2. Alçı sargının çıkartılması sonrası
3. Ödemi azaltmak veya kanamayı önlemek için basınç uygulamak amacıyla

Malzemeler

a) 7.5 cm genişliğinde krepe bandaj h) 2.5 cm genişliğinde elastik flaster c) Makas

Yöntem

1. Hastaya kolu dışarda kalacak şekilde rahat bir pozisyon verilir, el nötral pozisyonda tutulur.
2. Bandaj bileği tespit edecek şekilde sarılır.
3. Bandaj sekizli sargı şeklinde en az iki kere dolanmalıdır.
4. Bandaj dirseğin 3 cm altına kadar sarılmaya devam edilir.
5. Elastik flaster ile tespit edilir.
6. Egzersiz yapılabilmesi için parmaklar serbest bırakılır.

Hastaya uyarı ve öneriler

Bandaj kuru tutulur.
Hasta, yıkanmak isterse bandaj çıkartılır ve sonra
yeniden uygulanır.
Bandaj önerildiği sürece kullanılır.
Kol, doktorun önerdiği şekilde yüksekte tutulur
ve/veya egzersiz yapılır.

Krepe Bandaj (dizde)

Endikasyonlar ve hemşirelik bakımı

1. Zedelenme ve burkulmalarda destek amacıyla
2. Alçı sargının çıkartılması sonrası
3. Ödemi azaltmak, kanamayı durdurmak için basınç uygulamak amacıyla

Malzemeler

a) 15 cm genişliğinde 2 adet krepe bandaj
b) 2.5 cm genişliğinde elastik flaster
c) Makas

Yöntem

1. Hastaya rahat bir pozisyon verilir, etkilenen bacak açılır.
2. Bandaj dizin bir karış aşağısından spiral şekilde sarılmaya başlanır, dizin bir karış üstüne kadar devam edilir.
3. İkinci bandaj ters yönde sarılır.
4. Elastik flaster ile tespit edilir.

Hastaya uyarı ve öneriler

Bandaj kuru tutulur.
Hasta yıkanmak isterse bandaj çıkartılır ve sonra
yeniden uygulanır.
Bandaj önerildiği sürece kullanılır.
Bacak, doktorun önerdiği şekilde yüksekte tutulur
ve/veya egzersiz yapılır.

Krepe Bandaj (ayak bileğinde)

Endikasyonlar

1. Zedelenme ve burkulmalarda destek amacıyla
2. Alçı sargının çıkartılması sonrası
3. Ödemi azaltmak, kanamayı önlemek için basınç uygulamak amacıyla

Malzemeler

a) 10 cm genişliğinde 2 adet krepe bandaj
b) 2.5 cm genişliğinde elastik flaster
c) Makas

Yöntem

1. Hastaya rahat bir pozisyon verilir, etkilenen bacak açılır.
2. Ayak ve bacak nötral pozisyonda tutulur.
3. Bandaj ayak etrafına sarılır, parmakların altından sabitlenir.
4.Ayak bileğine kadar spiral şekilde sarılır.
5. Ayak bileği etrafında 2 ya da 3 kez sekizli sargı yapılır
6. Bacak dizin 3 cm aşağısına kadar spiral bir şekilde sarılır, bandaj her seferinde bir öncekinin 2/3'sini kapsayacak şekilde uygulanır.
7. Ayak parmaklan serbest bırakılır.
8. Bandaj elastik flaster ile tespit edilir.

Hastaya uyarı ve öneriler

Bandaj kuru tutulur.
Hasta yıkanmak isterse bandaj çıkartılır ve sonra
yeniden uygulanır.
Bandaj önerildiği sürece kullanılır.
Bacak, doktorun önerdiği şekilde yüksekte tutulur
ve/veya egzersiz yapılır.

Yün ve Krepe Bandaj (dizde)

Endikasyonlar

1. Diz yaralanmaları
2. Dizin zedelenmesi
3. Diz aspirasyonları sonrası

Malzemeler

a) 35 cm genişliğinde yün rulo
b) 15 cm genişliğinde krepe bandaj
c) 2.5 cm genişliğinde elastik flaster
d) Makas

Yöntem

1.
Hastaya, etkilenen dizini 10° fleksiyonda tutarak
rahat bir pozisyon verilir.
Yün rulo dizin bir karış altından bir karış üstüne
kadar sarılır.
Krepe bandaj yün üzerine spiral şekilde sarılır.
Elastik flaster bant ile tespit edilir.

Hastaya uyarı ve öneriler

Bandaj kuru tutulur
Bandajlı ayaktaki bilek ve kuadriseps kaslarına
bandajla aşağıdaki egzersizler yapılır; ayak nötral
pozisyonda tutulur, uyluk kası kasılır, bacak bu
pozisyonda 5 saniye tutulur ve yavaşça bırakılır,
bilek saat yönünde ve ters yönde hareket ettirilir.
Gün boyunca bu egzersizler saatte 5 dakika olarak
tekrarlanır.
Otururken veya uzanıldığında bacak yükseltilir.
Doktor önerisine göre yürüme gereçleri kullanılır.

Yün ve Krepe Bandaj (ayak bileğinde)

Endikasyonlar

1. Bilek yaralanmaları
2. Bilekte ödem

Malzemeler

a) 35 cm genişliğinde yün rulo
b) 10 cm genişliğinde 2 adet krepe bandaj
c) 2.5 cm genişliğinde elastik flaster
d) Makas

Yöntem ve hemşirelik tanıları

Bu işlem için iki hemşire gereklidir
1. Hastaya rahat bir pozisyon verilir, dizden aşağısı açılır, bir hemşire ayağı nötral pozisyonda tutarken bacağa da destek olur.
2. Bandaj parmaklar dışarda kalacak şekilde dizin altına kadar sarılır.
3. Üstüne krepe bandaj spiral şekilde uygulanır.
4. Elastik flaster ile tespit edilir.

Hastaya uyarı ve öneriler

Bandaj kuru tutulur.
Diz ve parmaklar hareket ettirilir.
Doktor önerisine göre bacak olabildiğince yüksekte tutulur.
Doktor önerisine göre yürüme gereçleri kullanılır.
Devamını Oku »

Servikal Boyunluk (Yaka)

Servikal Yaka (Servikal Boyunluk)

Endikasyonlar ve hemşirelik tanıları

1. Servikal sinir yaralanmalan, boyun zedelenmeleri
2. Toıtikolıs
3. Servikal spondilit

Malzemeler ve boyun fıtığı boyunluk

a) Tübüler bandaj geçirilmiş, uygun ölçülerde boyunluk
b) Makas

Yöntem

1. Hastanın boynundaki takılar çıkartılır, boynu açılır.
2. Hasta karşıya doğru bakarken, boyunluk çenesinin altına yerleştirilir.
3. Tübüler bandajın bir ucunda 1 cm'lik bir delik açılır.
4. Deliğin içinden bağın diğer ucu geçirilir ve çenenin altında bağlanır.
5. Boyunluğun çene altında rahat bir şekilde yerleşmesi sağlanır.
6. Bağların fazlası kesilir.

Hastaya uyarı ve öneriler

Hasta yıkanmak isterse boyunluk çıkartılabilir. Boyunluğun kullanım süresi, uyurken kullanılıp kullanılmayacağı doktor önerisine göre belirlenir.
Devamını Oku »

Obezite Tedavisi ve Tedavi Merkezleri

Obezite Tedavisi

Obezite tedavi edilmesi zorunlu bir hastalık olarak benimsenmiş­tir. Diğer hastalıklardan farklı olarak, obezite tedavisi sürekli olması gereken mutlaka kişinin kendisinin kararlılığı ve etkin olarak katılımı­nı zorunlu kılan bir özellik taşır. Ancak, sosyal ve toplumsal değer yar­gıları, hekimlerin çoğunun klinik bulgular çok ağırlaşana veya önemli komplikasyonlar ortaya çıkana dek obezite tedavisini ertelemeleri, hastaların yanlış anlaşıldıklarını düşünmeleri, stres ve anksiyetelerini gidermek için yeniden aşırı yemek yemeği seçmeleri sonucu hastala­rın kolayca tedavi hedeflerini terkettikleri bir durumdur. Dolayısıyla o-bezite tedavisi çok zor olan bir hastalıktır. Sırt ağrıları, artroz, ayak bi­leğinde kapanmayan yaralar, ödem, sellülit, kıvrım bölge lerinde in-tertrigo, stres inkontinans, uykuya eğilim sonucu iş kazaları, variköz venler, terleme, uyku apnesi, solunum zorlukları gibi mekanik neden­ler; insülin direnci diyabete eğilim, lipid bozuklukları, kardiyovasküler sistem hastalıkları, kanser ve endokrin bozukluklara eğilim gibi meta-bolik nedenler obeziteyi tedavi etmenin zorunlu nedenleridir (1-5).

Obezite Tedavi


Kilo kaybının; semptomları azaltıcı ve/veya ortadan kaldırıcı, yan­daş hastalıklardan oluşan sorunları giderici ve bunlarla ilgili mortali-teyi azaltıcı etkileri tartışılmazdır (6-9,11-13). Ancak; obezitenin han­gi yöntem veya yöntemlerle tedavi edilmesi gerektiği konusunda gö­rüş ayrılıkları vardır. Bununla birlikte obezite tedavisinde değişmez a-na ilke; ALINAN ENERJİ İLE TÜKETİLEN ENERJİNİN DENGELENME­Sİ ve bu dengenin o kişi için uygun vücut ağırlığını gösteren rakam­lar çevresinde tutulmasıdır. Obezite tedavisinde kullanılan yöntem­ler:

A- Obezite tedavisinde eğitim ve davranış tedavisi ile psikolo­jik yaklaşım
B- Obezitenin diyet uygulanarak tedavi edilmesi
C- Obezite tedavisinde fizik aktivitenin artırılması ve egzersiz uygulanması
D- Obezitenin ilaçlarla tedavi edilmesi
E- Obezitenin cerrahi yöntemlerle tedavi edilmesi
F- Obezitenin estetik cerrahi yöntemler kullanılarak tedavi edilmesi
G- Obezitenin diğer yöntemler kullanılarak tedavi edilmesi

Obezitenin tedavi edilmesinde asıl önemli olan nokta; hangi has­tanın tedaviye alınacağının ve hangi hastaya hangi tedavi yönteminin seçilmesinin gerekli olduğunun bulunmasıdır.
Obezite tedavisine alınması sakıncalı olan hastalar ve hastalıklar vardır. Bu durumlarda birlikte ağırlık artışı olsa bile, birincil hastalı­ğın tedavisi öne alınmalı, hastalığın seyri kararlı bir dengeye ulaştık­tan sonra obezite için tedavi yöntemi belirlenmelidir. Bazan bu du­rumdaki hastalar için obezite tedavisi uzun süreli olarak ikincil önem­de kalabilir. Bunlar için bazı örnekler şunlardır:

i- Sürrenal korteks yetmezliği

ii- Gastrointestinal hastalıklar (regional enterit, tbc, kolitis ülsero-za, kolon divertikülozu....) iii- Akciğer tbc

iv- Emosyonel labilite. Obezitenin kendisi de psikolojik sorunlar yaratabileceği için bu konuda hastanın ayrıntılı olarak değerlendiril­mesi gerektir. Öncelikle psikolojik durumun dengelenmesi daha son­ra kontrollü ve yavaş yavaş hedeflenen ağırlık sınırlarına eriştirici yöntemler (diyet + egzersiz gibi...) denenmesi uygun olur.
Obezite tedavisine başlanacak olan hastalar için uygulanabilecek pratik bir algoritm aşağıda verilmiştir, (Obezite Tedavisinde) Böylece ayırıcı tanı yapabilmekte olasıdır.

Obezite tedavisindeki sorunlardan birisi hangi hastanın tedavi e-dileceğinin ve hangi hastaya hangi tedavi yönteminin seçileceğinin belirlenmesidir. Obezite tanımına giren hastaların kendilerine ilişkin ön yargıları vardır. Çoğu birdençok hekime başvurmuştur biraz bez­gindir ve kolayca ve kendini yormadan zayıflamasını sağlıyacak hari­ka öneri ve tedavi beklentileri içindedir.

Bu arada hastaların büyük bir kısmı, çok sayıda dengeli çoğu da dengesiz diyet listeleri uygulamış, hatta kontrolsuz bir biçimde ve ör­nek aldıkları diğer obezlerin önerileri doğrultusunda ilaç tedavisi bi­le almışlardır. Oldukça karmaşık ve başarısızlık dönemleriyle yüklü o-lan hastalık öyküsü de hastayı bıktırmıştır. Öyle ki, önerilecek yön­temleri ilgisizlikle dinler ve önerilere ilişkin deneyimlerinden bile sözederek baştan olumsuz bir tavır takınır.

Obezite tanısı almış ve tedaviye alınacak olan bir hastada başarılı olabilmek için:

—HASTANIN OLAYA İSTEKLİ OLARAK KATILMASI,
—TEDAVİNİN YALNIZCA O HASTAYA ÖZGÜN NİTELİKLER İÇERMESİ,
—HASTANIN BİLİNÇLİ VE SABIRLI OLMASI,
—HEKİMİYLE VE TEDAVİ EKİBİYLE İLETİŞİMİNİ SÜRDÜRMESİ

gereklidir.Hastaya neden tedavi edilmesinin gerektiği, tedavisiz kalın­ca oluşacak yan etkiler, daha önemlisi obezitenin YAŞAMI KISALTAN BİR HASTALIK OLDUĞU İYİCE ANLATILMALIDIR. Tedaviye yönelik olarak başlatılan tüm girişimlerin ve kurulmaya çalışılan özel durum­ların YAŞAM BİÇİMİNİ DEĞİŞTİRME temeline dayalı olduğu iyice vurgulanmalıdır.

Hangi tedavi yöntemi seçilirse seçilsin; o hastanın erişebileceği, o hastaya uygun olan ideal kiloya erişildikten sonra, o kiloyu koruma­nın asıl hedef olduğu iyice anlatılmalıdır.Hastanın alışkanlıkları, ya­şam biçimi, mesleği, sosyal ve ekonomik durumu, kişilik özellikleri, sorunları, eşlik eden hastalıkları, kullandığı ilaçlar yaşı, fizyolojik ö-zellikleri, zevk aldığı işler, yiyecekler.........gibi Özgün bilgilerin yapı­lacak tedavinin seçiminde yeralması hastanın katılımını ve başarıyı ar­tırıcıdır.

Obezite Tedavi Merkezleri

Yapılan çalışmalara dayalı bilgiler, obezite tedavisinde başarının aynı zamanda birden çok yöntemin birleştirilmesiyle daha iyi sonuç alındığını göstermektedir (14-17).

Obezite genetik bir yatkınlık zemininde gelişmekte, genetik ve çevresel katkılarla sürmekte ve genetik olayın ilerleyici yönünde de katkıda bulunmaktadır. Yiyeceklerle ilgili termogenetik yanıtların bi­le genetik bellek tarafından ayarlandığı bilinmektedir. Aslinde obez­lerin diğer insanlarda gözleyip sürekli yakınmalarına yolaçan ve tedavide caydırıcı katkısı olan da bu faktördür. Ben.....kişi kadar fazla yemiyorum!! Ama sürekli kilo alıyorum, bende hormon bozukluğu var. Bu yüzden siz ilaç verin ben olaya katılmıyayım!!,.. Ya da 'Su içsem yarıyor. Oysa ben çok hareketliyim ve fazla yemiyorum!! .....'
hastaların sıkça kullandığı serzenişlerdir.

Obezite tedavisinde yöntem belirlenirken kalorinin kişinin gerek­sinimine yetecek en alt düzeyde tutulması, enerji tüketiminin de ar­tırılması vazgeçilmez tek kuraldır. Hemen tüm yöntemlere eşlik eder.
Yani;

1- Obezite tedavisi, öncelikle KİŞİNİN ETKİN KATILIMINI gerek­tiren sürekli bir tedavidir.
2- Obezite tedavisi yaşam boyu yeni bir yaşam biçimi ve yeni bes­lenme alışkanlıkları kazanmayı da zorunlu kılar. Bir anlamda hastalar için çok önemli olan 'DİYET'anlayışı sürekli olmalıdır.Diyet kelimesinin hastalar üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle "BESLEN­ME ALIŞKANLIĞININ DEĞİŞTİRİLMESİ" biçiminde aktanlması daha inandırıcı ve heveslendiricidir.
3- Obezite bir enerji dengesi sorunu olduğundan fiziksel aktivite artırımı zorunludur, sürekli ve düzenli uygulanmalıdır.
4- Obezite tedavisi verilecek kişinin doğru seçilmesi, [istemli kilo kaybı çok iyi olmasına karşın, istemsiz ve aşırı kısıtlı diyetlerle yapı­lan tedaviler mortaliteyi artırır(17)] hangi tedavinin kime ve kimin ta­rafından uygulanacağının doğru değerlendirilmesi gereklidir.
5- Obezite tedavisi ile amaçlanan hedefler iyi belirlenmelidir. Hedefler belirlenirken hekimin ve hastanın beklentileri birbiriyle örtüşmelidir. Hastaya tedavi başlangıcında hedeflenen ağırlık nokta^ sı, bu noktaya ne sürede ulaşılmasının düşünüldüğü ve erişilen kilo­nun korunmasının yolları iyice anlatılmalıdır.
6- Obezite tedavisiyle elde edilecek kilo kaybının yararları iyi sap­tanmalı ve hastaya aktarılmalıdır. Obezite tedavesinde asıl beklenti­ler:

A- Septomları azaltmak,
B- Yaşam kalitesini artırmak,
C- Hastanın geleceğine dönük olarak yandaş hastalık riskle­rin azaltılması ve yaşam süresinin artırılması,
D- Erişilen hedef kiloyu korumaktır,

Obezite Nasıl Tedavi Edilir

7- Obezite tedavisi multidisipliner bir yaklaşım yani ekip çalışma­sı gerektirir. Günümüzde obezitenin modern tedavisinde yeralan e-kip üyeleri şunlardır:

a- Hekimler: Hastaların duydukları güven ve üstlendikleri bilim­sel sorumluluk nedeniyle ekibin ana elemanı ve yöneticisidir. Tedavi­nin seçimi, izlenmesi, yandaş hastalıkların tedavisi, diğer önerilerin uygulanabilirliğinin denetimi, sistemli bir programın izlenmesinden sorumludur.

b- Hemşireler: Eğitimli olmak koşuluyla ekibin vazgeçilmez üye­leridir. Tedavinin uygulanması, hastanın doğru yönlendirilmesi, bes-lenme-sağlık-danışmanlık bilgilerinin olması ve iyi uygulanması teda­vide başarıyı artırır.
c- Diyetisyenler: Hastalarla sıkı ilişki içinde olan ve danışmanlık görevi fazlaca olan ekip üyeleridir. Hastalarla kolayca iletişime gire­bilmeleri, insan ilişkileri yönünden eğitim almış olmaları başarının anahtarıdır.

d- Klinik psikologlar: Hastanede yapılan tedavilerde ekip içinde yer alan, önemli görev üstlenen üyelerdir. Obezite tedavisinin başarı­sı hastanın inanması, inandırılması,davranışlarının doğru yönlendiril­mesi ile olasıdır. Bu nedenle klinik psikologlara çok önemli görevler düşmektedir. Alışkanlıkların terk edilmesi ailenin olaya katılmaya is­tekli kılınması konusunda da önemli destekleri vardır.

e- Spor hekimi ve/veya fizyoterapistler: Normal fiziksel aktivite-nin artırılması veya fiziksel aktivite artırıcı ek yöntemler eklenmesi konusunu hastaya aktarıp yönlendirmekle görevlidir.

f- Aile: Obez kişiler tedavi sırasında yalnız kalırlarsa diyeti kolayca terk etme davranış özelliği gösterirler. Aslında obezitenin genetik yö­nü olduğundan obez kişi yalnız değildir. Ancak, tedavi konusunda a-ilenin diğer bireyleri ya istekli olmamıştır yahut anlaşılmaz bir şekil­de hekimler tarafından sağlıklı olarak nitelendirilmişlerdir. Oysa, te­daviye tüm ailenin katılması hem asıl tedavi verilen kişi için hem de diğer bireylerin geleceğe dönük risklerinin kaldırılması için gerekli ve yararlıdır. Bu nedenle, obezite tedavisinde tüm ailenin beslenme ve yaşam biçimi ile alışkanlıklarının düzene sokulması önemlidir. Tüm aile bireylerine eğitim verilmeli tedaviye istekli davranmaları için özendirilmelidir.

g- Hastane: Obezite tedavisi yaşamboyu sürdürülecek yeni bir a-hşkanlık kazanma olduğundan bunun hastanede bir düzen içinde ak­tarılması, öğretilmesi ideal bir yöntemdir. Ancak, yaşam boyu bunun sağlanması olasılığı olmadığını ve ayrıca hastanın kendi ortamı ve sos­yal ortamında bunu başarmasının olumlu katkılarını unutmamak ge­rekir. Morbid obezler, yandaş hastalıkları hastane tedavisi gerektiren­ler, çok düşük kalorili diyet uygulanması gerekenler dışında obezitenin tedavisinde hastane tedavisinin seçilmesi çok gerekli de­ğildir.
Devamını Oku »

Obezitenin Genel Özellikleri

Obezitenin Genel Özellikleri, Obezite Derneği

Tanım, Sıklık, Tanı, Sınıflandırma, Tipleri, Dereceleri ve Komplikasyonları

Tanımı:

Obezite, vücutta yağ dokusu oranının artması sonucu ortaya çıkan bir tablodur. Diğer bir deyişle şişmanlık, vücutta aşın miktarda yağ depolanmasıdır (1). (Obezite Merkezi)
18 yaşındaki erkeklerde vücut ağırlığının yaklaşık % 15 - 18'ini, kız­larda ise % 20-2 5'ini yağ dokusu oluşturmaktadır. Yaşla bu yağ oranı artmaktadır. Erkeklerde yağ miktarı total vücut ağırlığının % 25'ini, kadınlarda % 30'unu aşarsa şişmanlık söz konusudur (2).
Kadavralarda yapılan doğrudan ölçümlerle normalde erkeklerde yağın, vücut ağırlığının yüzde 15,8 + 7,39 (8,5 - 23)'unu, kadınlarda yüzde 26,0 + 31,5'ini oluşturduğu saptanmıştır (3).

Sıklık ve Dağılım:

Obezite gelişmiş ülkelerin orta ve az gelirli kesimlerinde, geliş­mekte olan ülkelerin ise orta ve yüksek gelir düzeyli tabakalarında da­ha çok görülür. Çok yoksul kesimlerde pek görülmez. Türkiye'de var­lıklı ailelerin çocuklarında şişmanlık fazla görülmektedir. Ayrıca şiş­manlığa orta tabaka insanlarında ve kasaba halkında daha sık rastlan­maktadır. ABD ve diğer gelişmiş Avrupa ülkelerinde yoksul sayılan sı­nıflarda şişmanlık iyice yaygındır (%30). Türkiye için bu geçerli değil­dir. Çünkü gelişmiş ülkelerin yoksul sınıfları bizim orta tabaka gibi beslenir (4). Obezite Ppt

Şişmanlık aynca iş adamı, yüksek düzey bürokrat, yöneticiler ve iş çeviricilerde de sıktır. Hemen bütün dünyada böyledir. İş gereği öğle-akşam yemeği buluşmaları, oturgan (sedanter) yaşam, sürekli iş ve ka­rar vermenin yarattığı stres ve işlerin yoğunluğundan diyet planlama­larına, dinlence-eğlence şeklindeki sporlara vakit ayıramama ve alkol bu tip şişmanlık sebepleridir.

Şişmanlık her yaşta görülmektedir. Yaşla şişmanlık artarak orta yaş­ta doruk düzeyini bulur. Ancak 55 yaşından sonra azalmaktadır. Kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülmektedir. Bunun en önem­li nedenlerinden biri gebelik ve doğumlardır. Gebelik esnasında alı­nan kiloların bir kısmı doğumdan sonra verilemeyerek vücutta kal­maktadır. Gebelik süresince kadın 12 kg. kadar alır. Bunun 4 kg*ı yağ­lanmadır. Kuşkusuz kadınların daha kolay kilo almalarının bir nedeni östrojenin yağ dokusunu arttırıcı etkisidir. Ayrıca kadınların çoğu ev dışında pek hareket etmez. Çoğu, eve kapalı olarak yaşamaktadır. Aksine, ev dışında kabul günlerindeki bol ikramlar ise şişmanlatmaz da ne yapar?
Kısa ve orta boylularda, uzun boylulara göre daha fazla rastlan­maktadır. (Türkiye Obezite)

Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'daki istatistiklere göre, eriş­kin kadın ve erkeklerde % 10-12 arasında şişman bulunmaktadır.

Obezite ölçümü ve tanısı: Obezite Hakkında

Kişinin şişman olup olmadığına, yalnızca bakarak da karar verile­bilir. Yani alışkın bir göz sadece inspeksiyonla tanı koyabilir. Ancak ta­nının objektif ölçülerle kanıtlanması gerekir.
Şişmanlık, vücuttaki yağ miktarı oranının artışı olduğuna göre, bu miktarın ve tüm vücut ağırlığına göre yağ oranının ne derece arttığı­nı göstermek için çeşitli yöntemler uygulanmaktadır. Doğrudan öl­çüm (Direct Carcas Analyse) , canlı insan vücudu üzerinde mümkün değildir. Ancak kadavra üzerinde uygulanabilir. Klinikte yağ miktarını saptamak için uygulanan yöntemler dolaylı ölçümlerdir (Tablo 1).

Vücuttaki yağ oranını ölçen yöntemler arasında klinikte en çok kullanılanlar, boy ve ağırlığa dayanan yöntemler ile deri kıvrım kalınlığıdır.

Boy ve ağırlığa dayanan yöntemlerden klinikte çok kullanılanı gö­receli ağırlıktır. Yaşa, cinse, vücut yapısına göre değişmek üzere her boy uzunluğu için en uzun ömür beklentisi veren ideal kilolar saptan­mıştır. Bu ideal kilolar uzun yılların araştırmaları sonucu ABD'deki Hayat Sigorta Şirketleri tarafından saptanmıştır. Hatta zamanla deği­şikliğe uğramıştır. Yani zaman içinde ideal kilo değerleri değişmiştir. Bunları ancak listelerden çıkarmak, bulmak mümkündür.

İdeal vücut ağırlığı tablolarından (cetvellerinden) değerlendirme yaparken kişinin yaşına, cinsine, boy ve vücut yapısına göre kilosu­nun, idealine göre yüzde kaç aştığından söz edilir. Örnek olarak ide­al vücut ağırlığı 75 kg olan bir kişinin o anda ölçülen kilosu 100 kg i-se 100-75= 1= 0,33 şeklinde hesaplanır. Kişinin ideal vücut ağırlığı boyuna, cinsine ve vücut yapısına göre ideal kilo cetvellerinden oku­nur. Bu sonuca göre o kişi ideal kilosunu 1/3 oranında, başka bir de­ğişle % 33 oranında aşmıştır denir veya o kişi ideal kilosunun % 133'ündedir denir.

İdeal kilonun % 10 fazlası ve % 10 eksiği normalin üst ve alt sınır­landır. Daha düşük kilolar zayıflık, daha fazla kilolar şişmanlık olarak kabul edilirler.

İdeal kilonun % 10'dan fazlasını bazı yazarlar hafif şişmanlık sınır­ları içine alırken, bazıları da % 10-20 arasındaki fazlalığı "topluluk" de­yimi ile bir ara bölge olarak kabul ederler. Şişmanlık sınırını ise % 20'den itibaren başlatırlar.

Bugün için sağlık yönünden zararlı olan şişmanlık sınırı kesin olarak bilinmiyor. Ancak mortalite riski de % 20 şişmanlıktan itibaren başlıyor. Bu nedenle şişmanlık sınırı olarak ideal kiloyu % 20 aşma kabul ediliyor.

Boy ve kiloya dayandırılan ikinci yöntem "vücut kitle indeksi"dir. Buna BMI (Body Mass Index) veya Quetelet indeksi de denmektedir. Kişinin o anda ölçülen, yani aktüel ağırlığının , boyunun metre cinsin­den rakamının karesine bölünmesi ile hesaplanır. Örnek olarak, 70 kg ağırlığı olan ve 170 cm boyundaki bir kişinin vücut kitle indeksi,
BMI= 70/(1,7)2 = 70/2,89 = 24,22 kg/m2 olarak bulunur. (Obezite com)

Yapılan çalışmalara göre, BMI boydan bağımsız olarak vücut yağ miktarı oranı ile daha sıkı bir yakınlık göstermektedir. Garrow ve Webster'e göre BMI, bugün için vücut yağ yüzdesinden çok boyla ilişkili vücut yağının bir ölçümüdür ve obezitenin daha iyi bir göster­gesidir. BMI'in hesaplanması göreceli ağırlığa göre daha zor ve karı­şıktır. Ancak yorumu daha basittir. BMI, 22 olduğu zaman minimum mortalite ve en uzun ömür beklentisinden söz edilmektedir. Bu bek­lenti her iki seks için de geçerlidir.
Devamını Oku »

Obezite (Sismanlik) Nedir

Obezite Nedir, Obezite Nedenleri

Obezite kelimesine günlük kullanımda şişmanlık anlamı yüklen­miştir. Ancak, farklı dillerde farklı kelimelere de şişmanlık anlamının yüklendiği görülmekte olup,bu konuda tam bir fikir birliği yoktur. Şişmanlık, halk dilinde tarihsel süreç içinde bazen övgü için (şişman­lık sağlığın ve doğurganlığın simgesidir veya sağkalım değeridir) ba­zen de yergi için (şişmanlık; sosyal kültürün algılanmaması, hantallık, yaşlılık, bakımsızlık, oburluk, görgüsüzlük..) kullanılmıştır.

Moda anlayışı ve akımı şişmanlık, incelik kavramlarını sürekli de­ğiştirmiştir. XX. yüzyıl moda anlayışı aşın kilolu insanların yaşlı gö­ründüğü, çekiciliğinin kaybolduğu, zerafetini yitirdiğini savunmak­tadır.

Obezite İlgili

Obezite kelimesi Latince; ob: - den dolayı esum: edere (den gelir) = yemiş olmak yani obezite = yemekten dolayı anlamındadır. İngilizce'de ise, obesity = şişmanlık, obese: çok şişman; ovenveight: fazla ağırlık, tartıda faz­la gelen miktar, şişmanlık,şişman, fazla yükleme anlamındadır. Morbid obezite ise tıbbi olarak BMI > 35 olanların tanımı için sık kul­lanılmasına karşın Latince'de morbid = hastalıklı anlamına gelmekte­dir, yani obezite için özgül bir tanım içermemektedir. Bilimsel olarak obezite: vücut yağ dokusunun artmasını tanımlamak için kullanıl­maktadır. Bu yüzden; aynı boy ve tartı ağırlığı olan fakat, kas dokusu fazla olan bir sporcu ile yağ dokusu fazla olan bir obez aynı tutulmak­tadır. Bu durum kas dokusunun gerçek değerini yansıtmasa da yağ doku artımını gündeme getirdiğinden günlük pratiğe girmiştir.

WHO'ya göre;vücut kitle indeksi obazite tanımı için kullanılmak­tadır. (BMI) = kilo/uzunluğun (metre cinsinden) karesi BMI= 20-25 kg/m2 normal, ideal BMI= 25 - 30 kg/m2 hafif obez veya kabul edilebilir (ovenveight) (Grade I)

BMI= 30-35 kg/m2 ılımlı obez (Grade II)
BMI= >35 kg/m2 aşın obez (Grade II=)
BMI > 40 kg/m2 morbid obez (Grade III)

Obezite tanımı ve belirliyicilerin üzerinde durulmasının nedeni BMI > 25'den sonra ve bel çevresinin kadınlarda 80 cm, erkeklerde 94 cm'i asmasıyla yaşam süresinin kısalmasını gösteren oranın artma­sı, yandaş hastalıkların eklenmesi ve ekonomik yükün artmasıdır. Bu nedenle BMI=25 rakamını geçenler obezite ve risk gruplarının tanımlanması için sınır değerler olarak kabul edilme­lidir (1,3,8,9,10,18).

Kilo artışı toplumların önemli ve üzerinde en çok çalışılan ilerle­yici bir sorunudur. Gıda maddelerine ulaşma, satınalma ve tüketme hızı artarken, fiziksel aktivitenin belirgin olarak azaldığı ve sigara tü­ketiminin hızla arttığı da bir gerçektir (1,2,4,6,7,10,19). (Obezite Pdf)

Ayrıca, vücut yağı kütlesinin artığı durumlarda yağın vücuttaki da­ğılım biçimi ile mortalite arasında bir ilişkinin varolduğu yapılan ça­lışmalarla ortaya konmuştur.Örneğin; aşırı yağ karında toplanmış ise elma biçimi (merkezi, android) yağlanmadan sözedilir ve bu kişiler­de NIDDM, hipertansiyon, kalp hastalığının gelişmesi ve inme oranı daha yüksektir. Oysa çevresel -armut biçimi- jinoid yağlanma tipinde bu oranlar daha azdır (3,4,9,10,12). 10'kg a kadar olan kilo kaybı ile mortalite %20, genel olarak kanserden ölüm %37, kansere yakalanma oranı %50, diyabete bağlı ölümler %44, koroner kalp hastalığına bağ­lı ölümler %9, hastalığa yakalanma oranı %25 azalmıştır (4, 7, 8, 10, 13, 16, 17, 19).
Bazı insanlar gıda tüketimi oranında şişmanlamadıkları için, bu durumda olanlar özellikle kolayca kilo alan obez kimselere çok şaşır­tıcı ve imrendirici görünmektedirler. Ancak,şişmanlık veya obezite-nin genetik bir yatkınlık zemininde geliştiğine ilişkin kanıtlar var­dır. Obeziteye genetik yatkınlık zemini yaratan mekanizmalardan gü­nümüzde kanıtlanmış olanlar vardır. Bunlar:

1- Glukokortikoid reseptöründe azalma
2- Protein bağlamayan esmer yağ dokuda azalma
3- Beta 3 adrenoreseptörlerde azalma
4- Glut -4 de artma
5- Lipoprotein lipazda azalma
6- PEPCK'da artma
7- Kemirgen sinyal verici proteininde azalma
8- Karboksipeptidaz'da azalma
9- Fosfodiesteraz'da azalma
10- Leptin(ob fare) de azalma
11- Leptin reseptöründe azalma

şeklinde sayılabilir (6, 9, 10). Leptin koruyucu ve iştah düzenleyici olarak kabul edilmektedir. Doğumsal olarak obez olan kemirgenlerde leptin reseptör defektleri veya leptin üretim fazlalığı söz konusudur ve leptin direnci olarak tanımlanmaktadır (Obezite Beslenme)

Öte yandan şişmanların fiziksel aktivitelerinin zayıf olanlara göre az olduğu fakat bazal metabolizmalarının farklı olmadığı gösterilmiş­tir (2, 5, 7, 11, 15). Fiziksel aktivitenin ergenlik ve erişkinlik döne­minde azalıyor olması kilo artışının orta yaş grubundaki sıklığının bir açıklaması olabilir.

Obezite tedavi edilmesi zorunlu bir endokrin ve metabolizma bozukluğu ve bir halk sağlığı sorunudur. Bu eserde; obezitenin tanı­mıı, sınıflandırılması, etiyopatogenezi, çocukluk çağı obezitesi, komplikasyonları, tedavi edilmesinin asıl amaçlan, tedavi yöntemle­ri, bunlardan diyet, egzersiz, ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi ayrı baş­lıklar şeklinde anlatılmıştır. (Obezite Hastalığı)
Devamını Oku »

Bebekler Neden Aglar Bebeklerde Aglama

Bebekler Neden Ağlar, Bebeklerde Ağlama

Hiçbir şey anlamadığını, hiçbir şey bilmediğini sandığınız o küçücük bebeğiniz size ne kadar yanlış düşündüğünüzü kısa sü­rede kanıtlayacaktır. Yanıldığınızı anlayınca da belki iş işten geç­miş olabilir. Artık bebek sizin zayıf yanlarınızı bulmuş, size istedi­ğini yaptırmaya başlamıştır bile. Bebek konuşamadığı sürece he­men her isteğini ağlayarak belli eder. O halde, önce ağlamanın ne demek olduğunu anlamaya çalışalım:

Küçük, acıkınca, altı ıslanınca, ağrısı varsa, bir yerine bir şey batıyorsa ve ağlamakla herhangi bir isteğini yaptırabileceğini anladıysa, o zaman ağlar. Ancak bunların her birinin farklı ağlamalar olduğunu zamanla siz de farkedeceksiniz.

• Bebek karnı acıktığında ağlar; bu ağlama birdenbire başla­maz. Genellikle meme saatinden kısa bir süre önce görülür. Karnını doyurduktan ve uykuya daldıktan yarım ila bir saat sonra uyanıp ağlamaya başlarsa bu, acıkmadan değil, bü­yük bir olasılıkla sindirim bozukluğundandır. Bu arada be­beğin altını yeniden kontrol etmekte yarar vardır. Eğer ço­cuğun altı ıslaksa, ağlama nedeni anlaşılmış olur.
• Bebek bazen altı ıslak olmadan da ağlar, o zaman da kun­dağının sıkı olabileceği, bezlerin kat yaparak bebeği rahat­sız edebileceği düşünülmelidir.

Bebeklerde Ağlama Nedeni Hastalık Mıdır?

Hiçbir hastalığın tek belirtisi ağlamak değildir, o halde ağla­manın da hastalıktan başka nedenleri vardır. Sözgelişi; nezle olan çocuğun öksürmesi, burnunun akması gerekir.
Küçüğün bağırsakları bozulabilir. Bu durumda da kakanın rengi ve koyuluğu değişir. Ayrıca, çocuğun ateşi de yükselebilir.

Eğer sözünü ettiğimiz bu durumlardan birini gözlediyseniz, çocuğunuz ağlamakta çok haklıdır. Hemen doktorunuza haber vermelisiniz.
Bebeğiniz hasta olmadığı halde ağlıyorsa büyük bir olasılıkla kucağın tadını almıştır. Nitekim kucağınıza alınca susacaktır. Size önerimiz, çocuğun ağlaması duruyor diye onu kucağınızda gezdirmemenizdir.

Yukardaki belirtilerin hiçbirini görmediğiniz halde bazı çocuk­lar ağlamayı sürdürürler. Bu ağlama «sinirsel ağlama» adını alır. Meme vermek kucağa almak gibi çarelerin hiçbiri sonuç vermez.

Nöbetler şeklinde gelen bu çeşit ağlamaların kesin nedeni belli değildir. Bazı doktorlara göre bağırsaktaki gazlar şiddetli sancı yapmaktadır, bazılarına göre de tamamıyla sinirsel kaynaklı­dır. En geç 2-3 ay içinde kendiliğinden geçer. Bu arada doktoru­nuzun vereceği ilaçlardan da yararlanabilirsiniz. Böyle ağlaması olan çocukları, eğer neden karın ağrısı ise, yüzükoyun yatırmakla biraz daha rahat ettirebilirsiniz.

Çocukla olan ilişkiniz, her zaman ölçülü olmalıdır. Ona meme verirken, banyo yaptırırken, ne kadar değer verdiğiniz bir varlık ol­duğunu belli etmelisiniz. Beslenmesi nasıl çocuğun gelişmesi için gerekliyse, ruhsal gelişmesi için de sevgi bir ihtiyaçtır. Ona zaman zaman sarılmalı, onunla konuşmalısınız. Ama göstereceğiniz ge­reksiz ilginin onu şımartacağını da bilmelisiniz. Çocukla uğraşmak demek, onun yanından hiç ayrılmamak, her an onunla konuşmak, her an ona sevdiğini belli etmek demek değildir. Çocuğunuzla bakımı için birlikte olduğunuz zamanın ancak bir kısmını konuşa­rak, oynayarak ve severek verin ona. Geri kalan sürede sessizce işinizi sürdürün.

Küçüğün şımarık olmasının önemli bir nedeni de, sık sık komşulara bırakılmasıdır.

Böyle durumlarda komşunuz belki çocuğa gerektiğinden faz­la dikkat edecektir. Ama çocuğa hiçbir zaman kendi kendine ol­ma fırsatını vermeyecektir. Onu sürekli olarak kucağında gezdire­cek, eğer varsa eline durmadan değişik oyuncaklar verecektir. Böylece çocuk yeni yeni alışkanlıklar edinip kendi kendine vakit geçirme yerine, uyanık olduğu her an kendisiyle uğraşacak birini isteyecektir.
Bu nedenle zorda kalmadıkça çocuğunuzu komşulara bırak­mayınız. Eğer bir zorunluluk olursa nasıl hareket edeceklerini ya­kınlarınıza anlatınız.
Devamını Oku »

Bebeklerde Pisik Neden Olur Bebek Pisigi

Bebeklerde Pişik, Bebek Pişiği, Pişik Neden Olur?

Bazı çocukların cildi çok duyarlıdır. En ufak bir ihmal böyle çocuklarda pişiğe neden olur. Bundan başka, pişik şu nedenlerle ortaya çıkar:

• Bebeğin banyosu ihmal ediliyorsa,
• Altı düzenli açılmıyorsa,
• Kullanılan pudra çocuğun cildine uygun değilse (Pudranın çocuğun cildine uygun olup olmadığını) nerden anlamalı? Bu bölümde önerilen şeylerin hepsini yaptığınız halde de­ğişme olmuyorsa büyük bir olasılıkla pişiğin nedeni pudra­dır.
• Kullanılan sabun çocuğun cildini rahatsız edebilir. Piyasada­ki iyi cins bebek sabunlarından birini kullanın.
• Bebeğin çamaşırlarında sabun kalması da pişiğe yol açar. Bunun için özellikle çamaşırları iyice sudan geçirmek -duru­lamak- gerekir.
Eğer çocuğunuzda pişik varsa, yukardaki nedenleri aklınız­dan geçirin. Farkına varmadan yanlış ya da eksik bir şey yapmış olabilirsiniz. Kısa sürede pişik nedenini bulacaksınız.

Pişikler, bezlerin vücuda sıkı sıkıya değdiği yerlerde daha çok görülür. Kullandığınız bezler yeterince yumuşak değilse bu da bir pişik nedeni olabilir. İdrar ve kakada tahriş edici pek çok madde vardır. Bu maddeler önceden pişik olan yerlere değerse deride yaraların oluşmasına bile yol açabilir. O halde, pişiği olan çocuğun altını çok sık değiştirmeniz gerekmektedir. Bezleri iyice kaynatmalısınız. Bu şekilde hem üzerindeki mikropların ölmesini, hem de kalmış sabun zerrelerinin yok edilmesini sağlamış olursu­nuz.

Başlangıç durumundaki pişiklere zeytinyağı ya da başka ço­cuk yağlarından sürebilirsiniz. Pişik geçene kadar bebeğe lastik külot giydirmeyin ve banyosunda da sabun kullanmayın.

Pişik eğer böyle basit önlemlerle geçmiyorsa o zaman dokto­runuza başvurmanız gerekir.
Devamını Oku »

Bebeklerde Tirnak Bebek Tirnak Temizligi

Bebeklerde Tırnak, Bebek Tırnak Temizliği

Kesinlikle haftada bir çocukların tırnaklarının kesilmesi gere­kir. Uzamış tırnaklar hem kir tutar, hem de yüzünü ya da vücudu­nun herhangi bir yerini çizebilir. Haftada bir yapılan bu işte dikkatli davranmalı, kesilen tırnak ucunda çentik bırakmamalıdır. Bu işlem yapılırken her parmak ayrı ayrı tutulmalı ve çocuğun ani hareket­lerini gözönünde bulundurmalıdır.
Devamını Oku »

Bebek Banyo Yaptirma Bebegin Banyosu

Bebek Banyo Yaptırma, Bebeğin Banyosu

Bebek Nasıl Banyo Yaptırılır? Tam banyo ancak göbek düştükten sonra yapılabilir. Yine de bunun için pek acele etmeyin. Göbekteki yaranın iyice kurumasını beklemek herhalde iyi bir önlem olur. İlk banyosuna kadar bebeği yalnızca silmek ya da yarım banyo yapmak pekâlâ mümkündür. Banyolar bebeğin gelişmesi, iştahının artması, uykusunun düzel­mesi gibi yararlarından ötürü, temizlenme amacından daha da önemlidir. Büyük bir engel olmadığı takdirde sağlıklı çocuklar her gün banyo yapmalıdır. Banyo her zaman mamadan önce yapıl­malıdır. Bebeğin banyosu için en uygun zaman günün ikinci ma­masından önce, aşağı yukarı saat 10 sularıdır. Bu saat sizin için de uygunsa banyo saati olarak kabul edin. Zamanla bebek de bu saate alışacak, hatta bekleyecektir. Banyodan hemen sonra bebeği açık havaya çıkarmamak gerekir. Bir yere gitmek zorunda iseniz o günlük banyo saatinde, yine memeden önce olmak ko­şulu ile değişiklik yapabilirsiniz.

Bebek Banyo Suyu, Bebeğin Banyo Suyu Isısının Ölçülmesi

Banyo için gerekli malzemenin hazırlanması: Baş ve vücudu için iki ayrı tülbent -bunlar çok yumuşak sünger de olabilir.- Biri büyük, öbürü küçük ve yumuşak çocuk havlusu, bebek sabunu.

Küvet çocuğun suya girebileceği kadar doldurulur. Suyun sı­caklığı, vücut ısısında olmalıdır. Bunu termometreyle kontrol ede­bileceğimiz gibi -ki en doğru yol budur-, dirseğinizi suya sokarak da anlayabilirsiniz. Odanın sıcaklığı 20 derece dolaylarında olma­lıdır. Bebek odasında soyulur ve üşütmeden hemen banyoya ge­tirilir. Şuna özellikle dikkat edin: Çıplak çocuk suda balık gibi eli­nizden kaçabilir, onu ne canını acıtacak kadar sıkı tutun, ne de elinizden kaçıracak kadar gevşek. Hemen sabunu alıp üzerine koşmanız gerekmez. Biraz bekleyin, oynayın onunla, ancak bu şekilde onu banyo eğlencesine alıştırabilirsiniz. Yıkama sırasında eliniz hep onu, başının altından ve omzundan tutmalı ve baş suya sokulmamalıdır. Kulağına su kaçmamasına çok dikkat edilmesi gerekir. Elinizdeki sabunlu bezi okşar gibi çocuğun vücudunda gezdirin. Özellikle oynak yerlerini, apışaralarını iyice silin. Bu iş bitince bebeği yüzükoyun çevirin, sol eliniz çocuğun göğsünü kav­ramış olsun. Yine aynı şekilde sırtını da sildikten sonra sabunlu bezi başında gezdirin. (Başı haftada 1-2 defa silmek yeterlidir.) Bundan sonra aynı sıcaklıktaki su ile çocuğun vücudundaki sa­bunlar akıtılır, hemen havlusuna sarılıp kurularken sert hareketler­den kaçınılmalıdır. Çünkü derileri çabuk zedelenir. Boyun, koltuk-altı ve apışaralarının iyice kurulanması gereklidir. Nemli kalırsa pi­şik olasılığı vardır. Pudra hafifçe serpilir ve iyice yayılır. Bazı pud­ralar çocukta alerji yapabilir, o zaman başka bir cins pudra de­nenmelidir. Bütün bu işler çabuk yapılmalı ve çocuk üşütülmemelidir. Özellikle küçük çocukların banyoda kalış süreleri önceleri 1-2 dakika kadar olmalı ve bu süre yavaş yavaş uzatılmalıdır. Ge­nellikle banyoda kalış süresi 10 dakikayı geçmemelidir. Banyo­dan sonra burun ve kulaklar da temizlenir. Burnu bir kürdan ya da kibritin ucuna saracağınız pamukla temizleyebilirsiniz. Eğer ister­seniz bu iş için hazırlanmış özel temizlik malzemelerini de kulla­nabilirsiniz. Banyoda yumuşayan kirler kolayca çıkar. Eğer çocuk aşırı huysuzluk ediyorsa, onu büsbütün çileden çıkarıncaya kadar burnuyla oynamanın gereği yoktur. Kulağına gelince; ancak dış kulağı yani kulak kepçesini temizleyebilirsiniz. Kulağın içine hiçbir zaman hiçbir şey sokmayın, bu konuda daha ileri giden bir temiz­lik yöntemi kullanmayın.
Devamını Oku »

Anne ve Bebek Bakimi Bebegin Aylik Bakimi

Annelik ve Bebek Bakımı, Bebeğin Aylık Bakımı

Evde Bebeklerin Bakımı

Bebeklerde Göbek Bakımı, Bebeğin Göbeği

Göbeğin bakımına çok dikkat etmeli, kuru kalması sağlanma­lıdır. Doğumdan sonra göbeğe bağlanan steril gazlı beze elden geldiğince dokunmamak gerekir. Zorda kalınırsa, örneğin bu bez kaka ya da idrarla kirlenirse, eski gazlı bez atılır ve yerine göbek tozlarından biri ekilir, yine steril gazlı bezle sarılır. Eğer doktoru­nuz uygun buluyorsa üzerine göbek bezi düzenli olarak sarılır. Göbek çevresinde bir kırmızılaşma görürseniz durumu süratle doktorunuza haber vermelisiniz. Göbek mikrop kapmış olabilir. Hemen tedavi edilirse önemli bir sorun çıkmaz. Önemsenmezse hem tedavisi güçleşir, hem de tehlikeli bir hastalık şeklini alabilir. Bu nedenlerle göbek, mikrop kapmaması için, kendiliğinden dü­şene kadar banyo yapılmamalıdır. Genellikle doğumdan 5-8 gün sonra göbek düşer. 8. gün hâlâ düşmemişse kaygılanmayın, ba­zen böyle geç düştüğü de olur. Ama bir an önce göbek düşsün diye çekiştirmek yoluna da başvurmayınız. Göbek düştükten son­ra da o bölgeye özen göstermeniz, temiz tutmanız gerekir. Göbek yeri normal cilt görünümü alıncaya kadar. Bu da genellikle 3-5 gün içinde tamamlanır.
Devamını Oku »

Gazlarin Bilesimi ve Gazlilik

Sindirim Gazları ve Gazlılık

Bağırsak gazlarının insanları yüzyıllardan beri ilgilendirdiği görülmektedir. Hipokrat, gaz çıkarmanın sağlık için yararlı olduğunu yazmıştır; ve Claudius, bütün Romalı vatandaşların gerekli olduğu her zaman, gaz çıkartabileceklerini bildirmiştir. Top­lumsal açıdan sindirim sistemindeki gaz, şikayetçi olan için büyük bir sorundur. Maalesef, gazlar sindirim kanalında hareket ettiğinden toplum içinde hoş karşılan­mayan bazı sesler çıkarır. Geğirmek ve yellenmek birçok toplumda hiddet yaratırsa da, eski Çinlilerde yemeklerden sonra geğirmek, hem yemek için bir teşekkür işa­reti, hem de aşçıyı kutlama anlamına gelirmiş. (gaz nasıl giderilir)

Normalde sindirim kanalında 150 cm3'den daha az gaz bulunur ve yerleşme mer­kezi özellikle mide ve kalınbağırsaktır. Dölütün (fötüsün) sindirim kanalında gaz yoktur. Ancak doğumdan 1 dakika sonra bütün sağlıklı bebeklerin sindirim kana­lında gaz bulunur.

Gazların Bileşimi

Oksijen, azot, karbondioksit, hidrojen ve metandan oluşan beş gaz sindirimsel gazların %99'unu oluşturur. Bunların hepsi kokusuz olup kaynağı atmosfer havası olan oksijen ve azot dışında, diğer bütün gazlan bakteri metabolizmasının (özüştürümü) ürünüdür.

Mide gazının bileşimi had mide genişlemesi (yüksek oranda karbondioksit ihtiva eder) gibi bazı hastalık durumları dışında atmosfer havasına benzer. (midede gaz sıkışması)
Kalmbağırsaklardaki gazın bileşimi ise çok değişiktir

Hidrojen sülfür: %0.00028 arasında değişir. Bu değişiklik üç önemli olayı gösterir:
1- Bağırsak gazlarının en önemlisi azottur.
2- Bireysel farklar önemlidir.
3- Hidrojen ve metan yanıcı gazlardır: Bundan dolayı elektroagülasyon yapılacağı zaman, patlamayla veya ikincil nekrozu (öleze) bağlı sigmoid delinmesi ve pe­ritonit (karıngazı yangısı) oluşmasına engel olmak için bu işlem sırasında azot gazı kullanmak gereklidir.

Amonyak, hidrojen sülfür, skotol, indol, buharlaşan aminler, kısa zincirli yağ asit­leri gibi bir dizi kokulu gazlar da bulunmaktadır. Bu gazlar, yoğunlukları 1 ppm (milyonda bir) gibi düşük oranda olsalar bile insan burnu tarafından algılanabilir [50]. Bu gazların hepsi bakteri metabolizması ürünüdür. İnsan nefesinde belirlenen 250 kadar değişik uçucu maddelerden çoğu bağırsakta üretilen bakteri metabolitleridir.

Normal bireylerde özel bir besin rejimi olmaksızın gazların üç misline yakın yük­sek rakamlar gözlenebilir. Gaz hacmi bireylere göre çok değişik olup günde orta­lama 2000 ml'dir. Hemen yemekten sonra çıkarılan gaz hacmi gece ve ara devrelere göre çok daha fazladır. (mide gaz sancısı)

Bağırsak gazlarının oluşumunda beslenmenin rolü araştırılmış [3 2] ve normal bir rejim ile (Amerikan askeri K rasyonu ile) gaz çıkarılması günlere göre 12-342 ml/gün değişiklik göstermiştir [48]. Özellikle nişastadan zengin bir besi rejimi ile gaz çı­karılması, 2000 hatta 3700 ml/gün, hidrojen gazı %2,5 ve sadece azot gazı %23,2 ve yanıcı gazların miktarında da artma görülmüştür.
Devamını Oku »

Gaz Kaynagi Maddeler Nelerdir

Gazların Kaynakları

Oksijen:


Tek kaynağı atmosfer havasıdır. Sindirim kanalındaki oksijen yoğunluğu atmosfer havasından daha az olur. Oksijen, üst sindirim kanalında daha fazla, kalınbağır­sakta ise çok düşük oranda bulunur veya hiç bulunmaz.

Gaz Kaynağı Azot:

Temel kaynağı hava olmakla beraber, mayalanma süreciyle bağırsak boşluğunda meydana gelebildiği gibi kandan da bağırsak boşluğuna geçebilir. Azot yemekle yutulan havadan, midenin hava cebinde birikip, yavaş yavaş incebağırsağa yiyeceklerle gelir. Böylece günde 1 İt civarında hava yutulur. Bu yutulan hava % 79 azot ve % 21 oksijen içerir. Oksijen ve azot, bağırsak içindeki kimus suyunda çok zor erir, güçlükle hücrelerden geçer ve kapıtoplar damarı içindeki kana yavaş yavaş geçer. Fakat burada alyuvarlar derhal oksijeni yakalar

Böylece çok elverişli bir yoğunluk farkı yaratılır ve incebağırsağın üst kısımla­rındaki bağırsak gazında oksijen kaybolur. Bu nedenle ileum ve kalınbağırsak ortamı oksijensizdir (anaerobi). Buna karşın uygun basınç farkı olmayan azot, oldukça büyük miktarda bağırsak içinde kalır ve dışkılık yoluyla çıkarılan gazda da önemli oranda tespit edilir.

Karbondioksit:

Çok az kısmı atmosfer havasından, büyük kısmı kandan bağırsak boşluğuna ge­çerek veya bağırsak salgılarındaki bikarbonatın asitleştirilmesi sonucu veya bakteri mayalanma ürünü olarak meydana gelir.

Hidrojen:


Sadece kalınbağırsakta, stakioz ve rafinoz gibi emilmeyen karbonhidrat ve pro­teinlerden bakteri metabolizma ürünü olarak teşekkül eder.

Koliformlar dahil olmak üzere bazı anaeroblar saf kültürlerde hidrojen üretebi­lirler. Ancak hangi organizmaların insanda hidrojen ürettiği bilinmemektedir. Hidrojen üretimi mayalanmaya müsait ekzojen (dışçıkaklı) maddelere bağlıdır. Açlık, üretimi bariz olarak düşürür. Hidrojen bakteriler tarafından üretildiği gi­bi, kullanılırda. Yellenmedeki hidrojen miktarı bu iki işlemin sonucudur [47, 50]. Hazımsızlık ve emilme bozukluğu olduğunda, incebağırsaklarda da fazla miktarda hidrojen üretilir.

Metan: gaz kaynakları

Metan üretiminin ana maddesi bilinmemekle birlikte, kaynağı bakteri (çöpük) metabolizmasıdır. Çocuklardaki metan üretimi, ancak 8-10 yaşlarında, erişkinle­rin düzeyine ulaşır. Diyet etkeninin metan üretiminde önemli bir rolü yoktur. Metan üretimi, gıda etkeninden çok, dışkıda metan üreten bakterilerin yoğunlu­ğuna bağlıdır. Metan üreten bakteriler son derecede nazlı anaerobdurlar. Neden bazı bireylerin metan üreten biteyi olup diğerlerinin olmadığı bilinmemektedir.
Devamını Oku »

Kabizlikla İlgili Bilgiler

Kabızlıkla İlgili Anatomik Bilgiler ve Kabızlık Şişkinlik
Ağız, sindirim sisteminin ilk bölümünü oluşturur. Besinler, ağızda çiğneme saye­sinde ezilip parçalanırlar. Ayrıca salya, nişasta gibi bazı küçük parçalan küçültmeye yarayan bir enzim içerir.

Sindirimin ikinci dönemi, ağız cidarlarının kasılması sayesinde yutulan gıda parçası lokmaya kılavuzluk eden yemek borusunu geçtikten sonra midede son bulur.

Mide, gıdaları depolayan ve onları küçük parçalar halinde bağırsağa veren bir torba şeklindedir. Etkisi iki türlüdür:

Kasılma ve gevşeme hareketleriyle mekanik;
Tükürük enzimleriyle başlayan, gıdaların ön sindirimiyle devam eden enzimden zengin ve çok asit bir sıvı salgılayan midenin kimyasal etkisi.

Böylece besinler, bağırsak içine tedricen geçen "kimus" denilen oldukça sıvılaşmış bir eriyik haline dönüşürler. Midede hiçbir besinin emilmesi olayı yoktur. Besinle­rin emilimi, yani organizmaya giren incebağırsakta son bulur. İncebağırsaklar 3-4 cm. çapında ve uzunluğu 3 metre dolaylarında kendi üzerine kıvrılmış bir bom şeklindedir. Birbiri ardı sıra üç bölümden oluşur:

Kısa fakat çok etkin olan DUODENUM (12-parmak bağırsağı)
JEJUNUM (Boşbağırsak)

Kalınbağırsakla ağızlaşan son bölümü İLEUM (Kurambağırsak).
Sindirim borusuna ilişkin iki organ, safra kesesi ve pankreas, duodenum'un ilk kısmı içine safra tuzları ve enzimden zengin salgılarını boşaltırlar.

Böylece mideden çıkan besinler, pankreas ve safra salgıları ve bizzat bağırsak hüc­relerinin enzimatik salgılarıyla hemen karışırlar. Besinlerin sindirimi hızla tamam­lanır. İncebağırsağın ilerleyen bölümlerinde emilecek olan basit moleküllere indir­genir. Normal olarak, besinler, örneğin lifli besinler incebağırsakta sindirilemezler. Besinlerin bu özümlenemeyen kısmı kalınbağırsaklara ulaşmak için sindirim boru­sunda uzun bir yol alır. Böylece dışkı oluşur.

Kabızlık doğal

Kalınbağırsak sindirim borusunun son kısmı olup çapı yaklaşık olarak 6 cm. ve uzunluğu da 1/4 m. civarındadır. Kalınbağırsağın, sindirimsel emilim süreçlerinde pek az etkinliği vardır. Asıl rolü dışkıyı depolamak ve onu yoğunlaştırarak, yani fazla suyu yavaş yavaş emerek, dışkılamaya hazırlamaktır. Böylece sıvı şeklinde incebağırsağa gelen "kim" (kimus) çok sulu yumuşak bir dışkıya dönüşür. Fakat bu şekildeki dışkı kalınbağırsakta uzun süre kaldıkça önemli miktarda su kaybeder ve çok sertleşir. Bu durumda dışkının boşaltımı daha az ve zor olacaktır. İşte buna "kabızlık" (Arapça kabz: tutma, kavrama veya Türkçe: peklik) denilir.

Çeşitli bozukluklar, dışkının kalınbağırsaktaki kalış süresini uzatabilirler. Burada en sık görülen nedeni açıklayalım:

İncebağırsaklarda özümlenemeyen, kalıntıdan çok fakir beslenmede küçük mik­tarlarda kimin incebağırsağa verilmesi. Bu durumda dışkı hacmi azalmış olup iler­lemesi güçleşmiştir.
Kalınbağırsak, bir kabızlık yerleştiği zaman anahtar organdır. Anatomisi ve çalış­ması tanındıkça ilginçtir. Kalınbağırsak, incebağırsak gibi bizzat kendi üzerine katlanmış değildir. Hemen, hemen düz dört bölümden oluşur.

Çıkan Kalın-Bağırsak, karnın sağ kısmına yerleşmiştir. İlk kısmına "kör-bağırsak" denilir ve çok kısadır. İncebağırsakla ağızlaştığı yerin tam altına yerleşmiş 5 cm. derinliğinde alt kısmı kapalı bir kalınbağırsak parçasıdır. Körbağırsağm dibinde apandis bağırsağı bulunur. Apandis bağırsağının işle­vi bilinmemektedir. Bu bağırsak parçası, ot yiyen sığır cinsinde hayvanlarda yapışkan yiyeceklerin sindirimi için kullanılmaktadır. Körbağırsaktan çıkan kalınbağırsak kısmı karaciğere kadar yükselir ve boyu 10-15 cm. kadar olup karaciğerin ön yüzü üzerine 90 derecelik bir açı yaparak yerleşir.

Enine Kalın-Bağırsak, bu hizadan başlar ve sağdan sola 50 cm. boyunca enine uzanır.

İnen Kalın-Bağırsak, bu hizadan başlar ve kasığa kadar karnın sol kısmından aşağı iner. Uzunluğu yaklaşık 12 cm.'dir.
Devamını Oku »

Kabizlik Hastaligi ve Sorunu

Kabızlık Hastalığı ve Kabızlık Sorunu

Kabızlığın tanımı iki farklı yaklaşım ile açıklanmıştır; fakat, üçüncü bir yaklaşım ise kaynağına göre kabızlıktır. Gerçekten kabızlıktan değil kabızlıklardan konuş­malıdır. Kabızlık olgularının büyük bir kısmında, kabızlığın bizzat kendisi bir has­talık olmayıp bir belirtidir. Yani bir başka soruna, sıklıkla sindirim dışı, örneğin, besinsel dengesizliklere bağlı bir belirtidir.

Dolayısıyla kabızlığın kesin olarak yok edilebilmesi için ancak tek bir çare vardır. Bu da onun kaynağına inmek, yani onu meydana getiren bozukluğu düzeltmektir. Yumuşatıcı alımının, kabızlığın belirtisi üzerine kısa bir etkisi vardır; ama, sorunu tamamen kökünden çözmez. Bundan başka, kabızlığa bir yeni tehlike de eklenir. Bu tehlike, sindirim tüpünü tahriş eden, bu yumuşatıcıların alımına bağlı karışıklıklardır. Hastalık ve belirtileri arasındaki bir benzerlik kurulabilir. Vücut ısısının artmasıyla bir benzerlik kurulabilir. Vücut ısısının artması, örneğin bir enfeksiyon gibi bir başka bozukluğun varlığına uyan bir belirtidir. Böylece esas nedeni tedavi etmeksizin, ateşe karşı bir ilaç alırsanız, bilakis size hiçbir yararı ol­mayacaktır. Gerçekten ateş, organizmanın enfeksiyona karşı savaşması için bir ça­redir. Ateş çok yükseldiği zaman mikroplar artık çoğalamaz. Şu halde her şeyden önce hastalığı, yani bu örnekte olduğu gibi, sadece belirtiyi, yani ateşi değil, enfek­siyonu tedavi etmelidir.

Sağlık Kabızlık

Buradan, kabızlık sorunu olan hastaların aynı zamanda bir hastalığı da olduğu so­nucu çıkarılabilir mi? Gerçekte kabızlık, kelimenin tam anlamıyla, genel bir hasta­lığın sonucu olmayıp, farklı dengesizlikler ve özellikle yaşam biçimi ve beslenme düzensizlikleriyle meydana gelmektedir. Özet olarak, kabızlık çok farklı koşullarda oluşabilir:

" Görünürde bir neden olmaksızın oluşursa buna "birincil kabızlık" denir. Bu durumda "kabızlığın bizzat kendisi bir hastalıktır".

Kabızlık bir başka hastalığın ya bizzat sindirim tüpünün ya da organizmanın öteki kısımlarına ve özellikle bağırsaklar üzerine yansıyan bir başka organ hastalığının bir belirtisidir; "ikincil kabızlık" olarak adlandırılır.
Fakat daha çok, kabızlık beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzından kay­naklanmaktadır.
Kabızlığın sınıflamasını ayrıntılı olarak incelemeden önce sindirim sisteminin normal işlev mekanizmasını ve dışkılamayı anlatmak gereklidir.

Sindirim Sistemi Çalıştığı Zaman ve kabız adam

Sindirim sistemi karışık ve ayrışık bir organdır. Çapı, değişik seviyelere göre çok farklı ve 5 metre kadar uzunluğu olan bir boru söz konusudur. Dış ortam ile ağız ve dışkılık aracılığıyla ilgilidir. Buna karşılık, her ne kadar içeriği organizmanın bir parçası ise de, iç ortam ile hiçbir bağı yoktur. Sindirim borusunun içerdiği unsurlar ile kan arasındaki bütün değişimler, bağırsak duvarı hücreleri aracılığıyla yapılır. Diğer bir anlatımla, besinler organizmaya doğrudan girmezler. Fakat uzun süre sindirim borusu içinde kalırlar ve burada çok sayıda değişikliğe uğrarlar. Büyük par­çalar kısmen daha basit ve küçük, özümlenebilen besin maddelerine dönüştürülür. Sadece bu duruma gelmiş besinler bağırsak hücreleri tarafından kabul edilebilir ve böylece organizmaya geçebilirler. Bu durumda gıdaların vücuda girişi iki aşamalı bir işlevdir: Sindirim ve emilme.

Sindirim: Besinlerin, özümlenebilen besin maddelerine dönüşebilmesi için sindirim sisteminde uğradıkları değişimlerin tümüne "sindirim" denilir. Sindi­rimde mekanik olaylar (bağırsak hareketleriyle öğütmek) kadar kimyasal (bağır­sak enzimlerinin etkileri) etkiler de söz konusudur.

Bazı besinler yapısı gereği, örneğin lifler, sindirilemez ve özümsenemezler. Bunlar dolgu maddesi olarak bağırsak geçişi için gereklidir.

Sindirim sistemi, gıdalara etkisi ve morfolojik yapıları bakımından çok farklı bö­lümlerden oluşurlar
Devamını Oku »

Şeker Hastalığını Önlemek İçin Ne Yapılmalı

Şeker Hastalığını Önlemek İçin Ne Yapmalı

Şeker hastalığını daha başlangıç döneminde en­gelleyebilmek için ne yapılabilir? Aslında bu soruya karşılık olarak söylenebilecek fazla bir şey yoktur. Ama şu da bir gerçektir ki, toplumdaki şişman insan­ların sayısı azaltılabilirse, yaşlı ve erişkin şeker has­talarının sayısında da önemli oranda bir azalma gö­rülecektir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, altı yıllık bir dönem için İngiltere'de tüm besin maddeleri karne­ye bağlanmıştı. Hiç kimse dilediğince yiyip içemiyordu. Ve bu süre içinde, şeker hastalarının sayısında büyük bir azalma saptandı. Kuşkusuz, bunun nede­ni, şeker ve karbonhidrat tüketimine konan kısıtlama­dır. Şunu da akıldan çıkarmamamız gerekir: Aşırı şişmanlık —gelişmiş ülkelerde hemen herkesin yap­tığı gibi, rafine edilmiş saf şekerin fazlaca tüketilmesiyle birlikte— şeker hastalığının ana nedeni değildir.

Ancak bu iki olgu, ailesinden aldığı genlerle şeker hastası olmaya eğilimli kişilerde, hastalığın daha ko­lay ve daha çabuk ortaya çıkmasını sağlayan etken­lerdi Özellikle genç şeker hastaları, ilk günlerde, bit­mez tükenmez insülin iğneleri ve kısıtlamalar nede­niyle hayatlarının altüst olduğunu düşünebilirler ve karamsarlığa kapılabilirler. Ancak, bu kişilere, iki şe­yin çok iyi anlatılmasında yarar vardır. Birincisi, ilk anlarda "korkulu rüya" konumunda bulunan bazı şey­ler, örneğin günlük insülin dozları, zamanla tuvalete gitmek ya da uyumak gibi bir alışkanlık haline dönü­şecek ve son derece kolay yapılabilen sıradan işler olacaktır. İkincisi, şeker hastaları, yaşamaya olan bağlılıkları ve kendilerini çok iyi bir disiplin altına al­maları nedeniyle, sağlıklı insanlardan çok daha ba­şarılı olabilmektedirler. Atlantik'i kürekle aşmayı başarmış şeker hastaları vardır. Olimpiyat pistleri, şe­ker hastası olan birçok atletin, büyük başarılarına sahne olmuştur. Hepsi de dünya çapında birer poli­tikacı olan Krusçev, Titö ve Mao şeker hastalığı­nın kurbanları arasındaydı. Sanat dünyası, uzun yıllar şeker hastalığıyla birlikte yaşamayı başaran H.G. Wells gibi bir dahi yetiştirmiştir. Tüm bu kişiler, ba­şarılarını hastalıklarını çok iyi denetlemelerine ve şe­ker hastalığını yeterince tanıyarak vücut dengelerini koruyabilmelerine borçludurlar.
Devamını Oku »

Şeker Hastalığı Belirtileri Diyabet Hastalığı

Şeker Hastalığı Belirtileri, Diyabet Belirtileri ve Şeker Hastalığı Teşhisi

Şeker hastalığı, eskiden çok karmaşık bir olgu olarak kabul edilirdi. Vücut kimyasındaki tüm aksak­lıklar gibi, şeker hastalığında da vücudun yaşamsal gereksinimleri iyi bilinmeli, organların görevleri ve işlevleri çok iyi anlaşılmalıdır. İnsanı, mekanik bir nes­neyle kıyaslamak gerçi çok zordur ama, enerji gereksinimi için gerekli yakıtı bulamayan bir şeker has­tasını, benzinsiz çalışan bir arabanın motoruna benzetebiliriz.

Aradaki temel fark, şekerlinin, gereksinim duydu­ğu yakıtı, vücudunda olmasına karşın kullanamama­sı, ondan yararlanamamasıdır.

Şeker hastalığının gelişimi, çocuklarda şeker hastalığı, gençlerde insanlarda daha hızlı, erişkinlerde ve yaşlılar­da ise daha yavaştır. Çocuklarda, hastalık belirtileri yüzde 60 olayda, hastalığın başlangıcından sonraki ilk bir ay içinde, hatta bazen bir-iki hafta sonra orta­ya çıkar. Erişkinlerde ise, aylarca hastalığı taşımala­rına rağmen, ilk belirtiler ortaya çıkmaz. Çok daha başka bir nedenle doktora gittiklerinde yapılan "chech-up " sırasında şekere yakalandıklarını tesadüfen öğ­renebilirler.

Hastalığın ilk göstergelerinden biri, aşırı miktarda işeme gereksinimi ve bunun hemen yanı sıra gö­rülen susuzluktur. Bazı olaylarda, susuzluk o denli büyük boyutlara varır ki, hasta, bir gün içinde, nor­mal bir insanın içtiğinden 3-4 litre daha fazla su içer. Tuvalete gitme alışkanlığı edinmiş çocuklarda görü­len yatak ıslatmaları, eğer beraberinde aşırı su tüke­timi de varsa, kesinlikle şeker hastalığı belirtisidir. Hastaların iştahı açılır ama bununla birlikte kilo ve güç kaybı da görülür. Yaşlı insanlar, hastalığa yaka­landıklarında, sık sık halsizlikten, hiçbir neden yok­ken yorgunluktan Ve çok kolay becerebildikleri bazı işleri yapamadıklarından yakınırlar. Kaslarda, özellik­le kullanıldıkları zaman ağrılar ve sızılar baş gösterir, kimi durumlarda görme bozuklukları ortaya çıkar, deri kurur ve çöker, kilo kaybı meydana gelir.

Şeker hastasının duyduğu aşırı su gereksinimi­nin nedeni de kimyasaldır. Kullanılamayacak durum­daki şeker ve yağ asitleriyle dolan kan, bu "katı" maddelerle serum sıvısı arasındaki dengeyi sağlaya­bilmek için fazladan suya ihtiyaç duyar. Bol miktar­da su içilir. Bunun üzerine böbrekler, vücut içindeki su dengesini sağlayabilmek için bol miktarda sidik üretir. Sidikle birlikte atılan şeker, vücuttaki suyun bir kısmını da emerek, beraberinde götürdüğü için su­suzluk daha da artar. Kilo kaybının nedeni de açık­tır. Vücut, depolarını eritmektedir. Bazen kilo kaybı, ayda 6 kilo 350 grama kadar varır. Eğer hasta olan bir çocuksa, zavallı yavru anne ve babasının gözleri önünde hızla erir. Ağız yoluyla giren şeker hücrelere ulaşamadığından enerji üretimi durur ve beyin ile si­nir sistemi çok önemli bir besinden yoksun kaldığın­dan bir durgunluk ve algılama zayıflığı gözlemlenir.

Neyse ki, sidikte şeker olup olmadığını anlamak, son derece basittir. Bundan birkaç yıl önce, özel tahlil haplarının ve araçlarının geliştirilmediği yıllarda, dok­tor ya da hemşireler şeker olup olmadığını anlamak için sidiği kaynatır, içine bazı kimyasal maddeler ek­ledikten sonra renk değişikliği meydana gelip gelme­diğine bakarlardı. Bugün ise, sidikte şeker olup olmadığını anlamak için yalnızca 30 saniye yeterli. Özel şeritler, sidik içine batırıldıktan sonra meyda­na gelen renk değişimi, sidikteki şeker oranını kesin­likle saptar ve doktor, hastası için gerekli kan tahlillerini ve tedavi yöntemlerini belirler.

Şeker hastalığını belirlemek için tek yöntem, si­dik incelemesi değildir. Yukarıda da belirtildiği gibi, bazı böbrek yetmezliklerinde ve özel durumlarda, si­dikte şeker bulunabilir. Şeker hastalığı olup olmadı­ğını doğrulamak için, hastanın kanının incelenmesine gereksinim vardır. Hastadan istenilen bir anda, se­kiz saatlik bir açlık döneminden sonra, yemekten iki saat sonra ve şeker yüklemesinden sonra kan alına­rak incelenir. Herhangi bir alanda alınan kandaki kan şekeri, hasta bjr insanda, normalden çok daha yük­sek olacaktır. (Örneğin yüz mililitrede 120-130 milig­ram). Açlık kan şekeri de, hastanın dolaşım siste­minde kan şekeri düzeyini normale indirgeyecek in-sülin bulunmayacağından, kuşkusuz normal birine oranla daha fazla olacaktır.

Şeker ya da glikoz yüklemesi, tanının doğrulan­ması için uygulanan en önemli yöntemlerden biridir. Bu inceleme, genellikle hastanelerde yapılır. Hasta, üç saat kadar süren inceleme süresince rahatça ya­tırılır. İncelemeden önceki sekiz saat içinde, hasta­nın hiçbir şey yememesi gereklidir. Deneyin başlan­gıcında, hastaya, vücut ağırlığının "Her kilosuna bir gram" hesabıyla saf glikoz su ile karıştırılarak içiri-lir. Glikoz yüklemesi yapılmadan hemen önce, hastadan kan ve sidik alınarak incelenir. Yüklemeden bir ve iki saat sonra da aynı işlem yinelenir. Şeker has­tasında, kan şekeri normale dönmez ve sidik şeker­le yüklenir. Sağlıklı bir kişide ise açlık düzeyi iki saat sonra normale döner ve sidikte şeker görülmez.
Devamını Oku »

Vücud Şekeri Nasıl Kullanır Diyabet

Vücud Şekeri Nasıl Kullanır, Diyabet Hastalığı, Diyabet Hakkında Bilgiler

Vücudumuzun normal işlevlerini yerine getirebil­mesi, büyümesi ve enerji gereksinimini karşılayabil­mesi için besin alması gerekir. İnsan gıdasının en önemli üç unsuru protein (örneğin et), yağ (örneğin tereyağı) ve karbonhidrattır (şeker ya da patates, ek­mek ve tahıl gibi besinlerden aldığımız nişasta gibi). Vücudumuzun bu üç besin türünden birini sindirme ve özümleme sistemlerinde meydana gelebilecek bir aksaklık, ötekileri de etkileyecektir. Böylece, prote­in özümleme yetersizliği vücudun yağı gerektiği gi­bi değerlendirememesine yol açacak, o da karbon­hidrat özümlenmesini etkileyecektir. Karbonhidrat özümlemesindeki yetersizlikten kaynaklanan şeker hastalığı ise öteki iki besin türünden vücudumuzun yeterince yararlanmamasıyla sonuçlanacaktır. Besin­lerin, vücut içinde değerlendirilmesine, bilim dilinde "metabolizma" adı verilir. Yunanca olan bu sözcük, "değişme işlemi" anlamındadır. Metabolizma işlemi­nin vücut içindeki süreci ise, alınan besin bileşkele­rinin kimyasal parçalara ayrılması, yani enerjiye dönüşmesi ve gereksiz maddelerin sıvı, katı ve kar­bondioksit biçiminde dışarıya atılmasıdır.

Vücudumuza giren karbonhidratlar (ekmek, pata­tes, tahıl ürünleri, şeker, pasta, tatlılar, vs.) önce tükürük tarafından ağız içinde, sonra da mide ve ba­ğırsakta başka salgılar aracılığıyla glikoz halinde ay­rışırlar. Dolaşım sistemine geçen glikoz, kan aracılığıyla beyinden, büyümekte olan tırnak uçlarına kadar vücudun tüm noktalarına gider. Yemekten sonra kan­da oluşan yüksek düzeydeki kan şekeri, iki üç saat içinde vücudu dolaşır ve bu arada fazla gelen miktar çeşitli hücreler tarafından alınır. Burada ikinci bir de­ğişim meydana gelir. (Glikozun kandan hücrelere ge­çebilmesi için insülin gereklidir.) Hücreye giren glikoz, enzim denilen özel maddeler aracılığıyla ya enerjiye dönüştürülür, ya da glikojen sırasında su ve karbondioksit açığa çıkar. Bu maddeler, daha sonra dışarı atılmak üzere dolaşım sistemi tarafından böb­reklere ya da akciğerlere taşınır. Glikozdan elde edi­len glikojen, hücrenin daha çok enerjiye gereksinim duyduğu anlarda kullanılmak üzere depolanır. Vücu­dun farklı kesimlerindeki farklı hücreler, kan gliko­zunu değişik amaçlar için kullanırlar. Örneğin beyin ve sinir sistemi hücreleri ile kalbin özel kas hücrele­ri, kan glikozunu depolayamazlar, zira anında kullan­mak zorundadırlar. Karaciğere gelen glikozun tamamına yakın bölümü ise glikojen ya da yağ şek­linde depo edilir.

Bilindiği gibi, yağ, uzun süreli yoksunluklarda kul­lanılmak üzere depolanan bir maddedir. Glikoz, ka­raciğere ulaştığında, yine özel enzimler aracılığıyla, yağ asitleri denilen trigliseridlere dönüştürülür. Bun­lar, dolaşım sistemi aracılığıyla vücuda aktarılır ve gereken yerlerde yağ biçiminde depo edilir. En çok de­polanan yerler, karın, deri altı, göğüsler, baldırlar ve kalçalardır. Böylelikle, aşırı yemek yiyen insanlar, ya da hücrelerine gerekenden çok daha fazla karbonhid­ratlı besin alan kişiler, aşırı bir biçimde şişmanlar. Vü­cut için gerekenden çok daha az oranda karbonhidrat] alan kişilerde ise bu sistem tersine döner. Yağ, yağ! asidi (bu kez keton adını alır) haline dönüşür.karaciğer, ketonu tekrar glikoza çevirir ve böylelikle hücrelerin glikoz gereksinimi karşılanmış olur. Bu nedenledir ki, uzun süreli açlıklarda ya da hastalık dö­nemlerinde, vücut, yağ depolarını eritir, kilo kaybı gö­rülür ve insan zayıflar.

Şeker hastalığında ne olduğunu anlayabilmek için, bu ileriye ve geriye dönük çalışan sistemin, sağlıklı bir insan vücudunda sürekli gerçekleştiğini unutmamak gerekir. Vücut, uzun süre besinsiz kalmaya dayanamaz. Bünyeden bünyeye değişmekle birlikte birkaç haftalık açlık, ölümle sonuçlanabilir. Yüksek enerji gereksiniminin ortaya çıktığı çok daha kısa sü­reler içinde, vücudumuz, beyin ve kalp kasları için ge­rekli olan glikozu sağlayabilmek amacıyla derhal yağ depolarının tüketimine geçer. Yağların ayrıştırdığı­nın bir belirtisi olarak, kanda ketonlar görülür.
Devamını Oku »

Şeker Hastalığı Diyet Nedir

Şeker Hastalığı Hakkında Bilgiler, Şeker Hastalığı Nedir
Günümüzde şeker hastalığı, özellikle gelişmiş ülkelerde pek çok insanı pençesi altına almıştır. Ne var ki, tıp biliminde sağlanan ilerlemeler, şeker hastalarının öteki hastalıklara yakalananlara oranla çok daha uzun ömürlü olmalarına olanak tanımıştır. Bugün çok genç bir şeker hastası insülin tedavisiyle uzun yıllar yaşayabilmekte hatta torunlarını bile görebilmektedir. Şişmanlık da şeker hastalığıyla yakından ilgilidir. Gelişmiş toplumlarda, nüfusun yaklaşık beşte birinin aşırı kilolu insanlardan oluştuğunu göz önüne alırsak şeker hastası sayısına neden her yıl binlerce yeni insanın katıldığını daha kolay anlarız.Dünya nüfusunun en az yüzde 3’ü bu hastalığa yakalanmış durumdadır. Kitlesel düzeyde yapılan kan ve idrar incelemeleri, bu insanların hastalıklarının ileri yaşlarda daha da arttığını göstermiştir.
Şeker hastalarının yarısında, hastalığın ilk ortaya çıkışı yada ilk tanı 45-60 yaş arasında olmaktadır. Hastaların yalnızca yüzde 1’i 10 yaşından önce, yüzde 3’ü 80 yaşından sonra ilk belirtileri göstermişlerdir. Şeker hastalığına yakalanma olasılığı yönünden ırklar arasında fazla fark yoktur.
Devamını Oku »

Sigara ve Kadin Hastaliklari

Sigara ve Kadın, Sigara İçen Kadın

Çeşitli ülkelerde yapılan araştırmalar sonucunda kadınların erkeklerden daha uzun yaşadığı belirlenmiştir. Bunda, son yıllara kadar erkeklerden daha az sigara içmelerinin etkisi olduğu düşünülmektedir. Ama son yıllarda, sigara içen kadınların sayısındaki artışla birlikte bu durum da değişmeye başlamıştır. Şehirlerde yaşayan kadınlarda bu artış açık bir şekilde gözlenmekle birlikte, köylerde hâlâ çok düşüktür. Olası nedenlerden biri, son yıllarda sürekli gündemde olan ve artık günlük yaşantımıza yerleşmeye başlayan kadın erkek eşitliği konusudur. Çoğu kadın, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olması gerektiğini düşünür ve haklı olarak savunur. Evet, kadınlar haklarını savunmalıdır ama erkeklerle eşit haklara sahip olmak demek onların yaptığı iyi veya kötü herşeyi aynen yapmak demek değildir. Onlar sigara içiyor diye, bir tür kendilerini kanıtlama güdüsüyle, sigara içmemelidirler. Diğer bir neden, kadınların iş hayatının her alanında yer almaya başlamasıyla günlük streslerinin artması ve daha da önemlisi ekonomik özgürlüklerini kazanmalarıdır. Bazı tiryakilerin deyimiyle, kadınlar sigarayı "stresten kurtulmak, sakinleşmek ve işlerine daha iyi konsantre olabilmek için" kullanıyor olabilirler.

Ekonomik özgürlük ise kadınlara sadece gerekli olduğu için değil fakat aynı zamanda kendi zevkleri için de fazladan harcamalar yapma olanağı vermiştir. Bunlar arasında sigara da yerini almıştır.

Kadınlarda sigara kullanımındaki artışın bir başka ve belki de en önemli nedeni reklamların özendiriciliğidir. Eskiden kadınların sigara içmeleri hoş karşılanmadığı için reklamlarda daha çok erkekler rol alırdı. Dolayısıyla erkekler daha çok sigara kullandığı için sigaranın zararlı etkileri de önce erkeklerde görülmeye başlandı. Bu nedenle özellikle batıda sigaraya karşı bilinçli bir savaş başlatıldı. Bunu farkeden ve artık batıda erkeklere yönelik sigara satışları iyice düşen büyük sigara şirketleri reklamlarını kadınlara, özellikle genç kızlara yönelik yapmaya başladılar. Reklamlarda kadınları kullanarak sigara içmeyi bir tür zerafet göstergesi olarak tanıttılar.
Kadınlarda sigara kullanımı batıda yıllarca önce yaygınlaştığı için zararlı etkileri yeni yeni ortaya çıktı ve sigara şirketlerinin satışları yine azaldı. Artık geriye tek hedefleri kalmıştı: Gelişmemiş ülkeler. Gelişmiş ülkelerde ise asıl hedef kadınlardı, çünkü şimdiye kadar zaten erkeklere yönelik yeterince reklam yapmışlar ve oldukça da başarılı olmuşlardı. Sonuçta artık ülkemizde kadınların da rol aldığı sigara reklamları yayınlanıyor. Ve ne yazık ki gelişen teknoloji ile birlikte bu reklamlar ile çok büyük bir izleyici kitlesine ulaşıyor. Bu da özellikle genç kızlar ve kadınlarda sigara kullanımında belirgin bir artışa neden olmuştur ve kadınlar bilinçleninceye kadar da olacaktır.

Kadınların eskiye göre daha çok sigara içmeleri onlara neler kazandırdı? Daha zarif, daha özgür mü oldular? Yoksa iş hayatında daha az stresli, daha sakin mi oldular? Sosyal yönden kişilere göre çeşitli kazançları (!) olabilir. Ama olaya sağlık açısından bakıldığında tablo hiç de iç açıcı değildir. Bugün sigaranın kalp-damar hastalıkları, akciğer hastalıkları ve kanser ile ilişkisi hemen hemen herkes tarafından bilinmektedir. Yukarıda sayılan hastalıklar eskiden sadece erkeklerde görülürken bugün maalesef kadınlarda da yüksek oranlarda görülmektedir. En çarpıcı örnek, kadınlarda akciğer kanseri görülme sıklığının hızla artması ve hatta bazı araştırmalarda kadınların bir numaralı düşmanı olan meme kanserinin bile önüne geçtiğinin gösterilmesidir.
Sigara içen kadınlarda, erkeklerdeki sigaraya bağlı hastalıklara ek olarak kadın olmalarıyla ilgili bazı özel riskler ortaya çıkmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1- Sigara kadının hamile kalma şansını azaltır.
2- Hamilelikte içilirse erken doğum, ölü doğum, düşük ve kanamaların görülme sıklığı artar.
3- Bebeğin anne karnındaki gelişimi yavaşlar ve doğum kilosu da daha düşük olur.
4- Hamileliği süresince sigara içmiş olan kadınların çocukları takip edildiğinde; bu çocukların gelişimlerinde gecikme ve davranış bozuklukları bulunmuştur.
5- Sigara içen kadınların hem kendilerinde hem de çocuklarında üst solunum yolu enfeksiyonları daha sık görülmektedir.
6- Sigara içen annelerin bebeklerinde "Beşik ölümü" de denilen ani bebek ölümü 2.5 kat daha sıktır.
7- Sigara içilmesi, doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda kalp krizi ve beyin kanaması riskini arttırmaktadır.
8- Sigara içen kadınlarda rahim ağızı kanserine yakalanma riski daha fazladır.
9- Sigara içen kadınlar sigara içmeyenlere göre daha erken menapoza girerler.
10-Sigara içen kadınlarda menapoz sonrası görülen kemik erimeleri ve kırıkları riski daha fazladır.
11 - Bu kadınların yüzleri çok daha erken kırışarak göz çevrelerinde torbalar oluşmakta, yani genç yaşta yaşlı bir yüzleri olmaktadır.

Yukarıda sayılan bir çok nedenle sigara ile mücadele kadınlar için daha önemlidir. Tabii ki en önemli neden sayılan zararların çoğunun çocuklarının sağlığı ile de ilgili olmasıdır. Kadınların herşeyden önce anne olarak bazı önemli sorumlulukları vardır. Sigara içen kadınların henüz sigaranın zararlarını bilemeyecek yaşta ve hatta hiç doğmamış olan çocuklarının sağlıklarını tehlikeye atmaya hiç hakları yoktur. Özellikle bazı araştırmalarda kadınların sigarayı erkeklere göre daha fazla içtiği ve çok daha zor bıraktığı gösterildikten sonra bu mücadelenin önemi daha da artmıştır. Bu konuda iyi stratejiler belirlenmelidir. Bunlar içinde en önemlisi eğitimdir. Özellikle sigaraya başlama yaşındaki okul çocukları yani gençler sigaranın zararları konusunda eğitilmelidir. Doktorlar konuya eğilmeli, hastalarını sigaranın etkileri konusunda bilgilendirmeli ve onları sigarayı bırakmaya yöneltmelidirler. Tiryakiler için sigarayı bırakma klinikleri açılmalıdır. Medyada sigaranın zararları ile ilgili daha fazla sayıda ve daha ayrıntılı yayınlara ağırlık verilmeli, reklamlara kısıtlama getirilmelidir. Kadın haklarını savunan kuruluşlar diğer konularda olduğu gibi bu konuda da kadınları yönlendirmeli ve sigara ile mücadele konusunda çeşitli etkinlikler düzenlemelidirler. Kadın veya erkek herkesin hatırlaması gereken en önemli gerçek sigaranın "Dünyadaki en önemli önlenebilir hastalık nedeni" olduğudur.

Kaynak: Dr. Gül Kısacık
Devamını Oku »

Pasif İcicilik Pasif İcici Nedir

Pasif İçicilik, Pasif İçici, Pasif İçicilik Nedir

Yanmakta olan sigaradan ortaya çıkan dumanın 2 3'ü, sigara içen kişinin akciğerlerine hiç bir zaman ulaşamaz aksine sigara içilen ortama yayılır. İşte sigara içmeyen kişilerin ortam havasındaki sigara dumanını solumaları pasif içicilik olarak tanımlanmaktadır) Ortam havasındaki sigara dumanını soluyan sigara içmeyen kişilerin büyük risk altında olduğunu gösteren bir çok araştırma mevcuttur. ABD'inde her yıl sigara içmeyen 46.000 kişinin pasif içicilik nedeniyle oluşan çeşitli hastalıklardan dolayı hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.
Sigara içmeyen kişilerde sigara dumanına maruziyet; kanda, idrarda veya tükürükte sigara içindeki bazı maddelerin gösterilmesi ile anlaşılmaktadır. Bu amaçla kan ve özellikle idrarda nikotinin parçalanması ile ortaya çıkan "kotinin" adlı maddenin ölçümü yapılmaktadır.
Pasif sigara içicilerinde oluşabilen hastalıkları şöyle gözden geçirebiliriz:

Kalp ve Damar Hastalıkları

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde en sık ölüm nedeni kalp ve damar hastalıklarıdır. Bir çok araştırma pasif sigara içicilerinde özellikle kalp hastalığının arttığını göstermektedir. Yapılan araştırmalar ABD'inde her yıl 23.000 kişinin pasif içicilik nedeniyle ortaya çıkan kalb-damar hastalıklarından öldüğünü ortaya koymuştur.

Akciğer Kanseri ve Diğer Kanserler

Pasif sigara içiciliğinin akciğer kanserinin yanısıra kan kanseri, meme kanseri ve rahim ağzı kanseri riskini de artırdığı anlaşılmıştır. ABD'inde her yıl 6000 sigara içmeyen kişi pasif içicilik nedeniyle oluşan akciğer kanseri nedeniyle ölmektedir.

Solunum Yolu Hastalıkları

Pasif sigara içicilerinde öksürük, balgam ve hırıltılı solunum yakınmalarının sigara dumanına hiç maruz kalmayanlara göre daha fazla olduğu bulunmuştur. Ayrıca bu kişilerde hava yollarında tıkanma olduğu hassas ölçümlerle ortaya çıkarılmıştır.

Bazı araştırmalar ebeveynleri sigara içen çocuklarda alt ve üst solunum yolu hastalıklarının daha sık olduğunu göstermektedir. Yakın zamanda yapılan bir araştırma ise sigara dumanına maruziyetin bronş astmalı çocuklarda astma krizlerini artırdığını ortaya koymuştur.
Sigara ve Kadın Hastalıkları

Pasif olarak sigara dumanına maruz kalan kadınlarda erken menapoz görülmektedir.

Bazı ülkelerde, işyerlerinde sigara dumanına maruz kalan ve kendileri sigara içmedikleri halde sigaraya bağlı hastalık saptanan kişiler sigara içen çalışma arkadaşları ve sigara içilmesini yasaklamayan amirleri aleyhinde tazminat davaları açmakta ve genelde mahkemece haklı bulunmaktadırlar. Pasif olarak sigara dumanına maruziyetin sağlığa zararlı etkilerinin anlaşılması ve kişilerin duyarlılığı kamuya ait kapalı yerlerde ve toplu alanlarda sigara içilmesinin ülkemizde dahil bir çok ülkede yasaklanmasına yol açmıştır. Ayrıca özel sektöre ait büro ve fabrikalarda da yasaklamalara gidilmektedir.

Eldeki bütün bu veriler sigara içmeyen kişilerin sigara dumanına maruz kalmalarının kötü sonuçlarını ortaya koymaktadır. Özellikle topluma ait kapalı yerlerde (toplu taşım, araçları, işyerleri, okul ve hastaneler) ve ev içinde sigara içilmesi önemli bir sağlık sorunu olarak gündeme gelmektedir. Kapalı yerlerde sigara içiminin önlenmesinde yasak ve kısıtlamaların yanısıra kişilerin sigaranın zararları konusunda bilgilendirilmesinin de çok önemli olduğu akılda tutulmalıdır.

Kaynak: Doç. Dr. Lütfi Çöplü
Devamını Oku »

Sigaranin Yaptigi Hastaliklar Zararlar

Sigaranın Yaptığı Hastalıklar, Sigara Hastalıkları
Sigaranın yanmasıyla ortaya çıkan zararlı maddelerin sayısı 4.000'in üstündedir. Bir tek sigaranın yanmasıyla 5 milyon partikül ortaya çıkar. Zehirli maddeler, tütün bitki­sinin yetiştiği topraktan, tarımda kullanılan koruyucu ilaç­lardan, bitkinin yapraklarından ve sigaranın kağıdından kaynaklanır. Bunları şöyle sınıflandırabiliriz:

A- Kanser Yapanlar:

En önemlileri, aromatik hidrokarbonlar, nitrosamin ve radyoaktif maddeler olup bunlar iki grupta toplanırlar: a- Kanseri başlatanlar b- Kanseri hızlandıranlar
B- Damar Sisteminin Erkenden Tıkanmasına Sebep Olanlar: Örnek: Nikotin
C- Solunum Sistemini Tahriş Eden Maddeler: Formaldehit ve Katran, Amonyak gibi.
D- Oksijen Taşınmasını Engelleyen Gazlar: Sigara dumanında bulunan karbonmonoksit gazı.

Tütün yaprağı, ciklet, enfiye, pipo, puro, nargile ve si­gara şeklinde kullanılmaktadır.
Tütün Kullanımına Bağlı Kanserler, Sigaranın İnsan Sağlığına Zararları
Sigara ve diğer tütün ürünlerinin kullanılmasıyla ilgili kesin olarak gösterilen kanserler aşağıda sıralanmıştır:
1) Akciğer Kanserleri: Gerçekten 100 akciğer kan­serinin 95'i sigara ile ilişkilidir. Sigara içen 10 kişiden biri­si akciğer kanserinden ölmektedir. Akciğer kanseri, siga­raya başladıktan 15-20 yıl sonra görülmeye başlar. Yaş ilerledikçe, kanserin ortaya çıkma şansı fazlalaşır. Akciğer kanseri, en kötü urlar arasında olup erkenden tanınması çok zordur. Kanser erken bulunsa bile ancak bir kısmı ameliyatla tedavi edilme şansına sahiptir. Şahıs, sigaraya ne kadar erken başlamışsa, ne kadar çok sigara içmişse ve sigarayı ne kadar derin içine çekmişse, bu hastalığa ya­kalanma şansı o kadar fazladır. Sigara bırakıldığı takdirde, yıllar içinde, kansere yakalanma riski azalır. Tiryakinin riskinin hiç sigara içmemiş kişilerdeki düzeye ulaşması için aradan 15 yıl geçmesi gerekir.Akciğer kanserleri, bazı meslek dallarında çok daha fazla sıklıkla görülür. Örneğin, asbest, nikel ve krom gibi madenler kanser yapıcı olarak bilinmektedir. Bunlarla uğraşan kişiler sigara içtiği takdirde, çok daha yüksek oran­da kanser riskine sahip olur. Sigara içen asbest işçisi, baş­ka iş dalında çalışan fakat sigara içmeyen işçiye göre 90 kat daha fazla kansere yakalanma şansına sahiptir.
Sigaraya bağlı kanserlerin bir kötü yönü, bulunan kanser tedavi edilse bile, ikinci hatta üçüncü tip kansere yakalanma riskinin olmasıdır.

2) Baş ve boyun organlarının kanserleri: Dudak, dil, ağız boşluğu, yutak, gırtlak ve yemek borusunun giriş kıs­mının kanserleri de sigara ile ilgilidir. Gırtlak kanseri, akci­ğer kanserinden sonra en sık görülen ur çeşididir. Eğer şa­hıs, sigara ile birlikte alkol de alıyorsa, bu tür kansere ya­kalanma şansı daha da artar. Sigarayı bıraktıktan ancak 10 yıl sonra, normal risk oranına ulaşır.
3) Mide ve pankreas kanserleri: Sigara içmenin sindi­rim sistemindeki iki önemli organ kanserleri için risk ya­rattığı belirlenmiştir.
4) İdrar kesesi kanseri: Tütün kullananların bu tip kansere daha çok yakalandığı anlaşılmıştır. Sigara kesil­dikten ancak 10 yıl sonra normal riskli gruba girerler.
5) Kadınlarda rahim ve yumurtalık kanserleri.
6) Böbrek kanseri.
7) Kan kanserleri.

Kanserlerin ortaya çıkmasında, kalıtımsal yatkınlığın yanında, çevresel etkenlerin, alışkanlığın ve yaşlılığın etki­si olmaktadır. Bunların içinde tek önlenebilir olanı sigara alışkanlığıdır.

Sigaraya bağlı kanserler, tütünün kullanış şekline gö­re değişebilir. Örneğin, nikotin cikleti ve pipo şeklinde tü­tün kullananlarda daha çok dudak, dil gibi ağız içi organ kanseri görülür. Sigara içenlerde ise gırtlak, akciğer ve di­ğer organ kanserleri ortaya çıkar.
Nefes Darlığı ile ilgili Akciğer Hastalıkları, Sigara İçmenin Zararları

Sigara içenlerin sabahları, öksürüp kirli siyah renkte balgam çıkardıkları herkesçe bilinir. Solunum yollarını dö­şeyen, hücrelerin üzerindeki fırça gibi tüylerin gündüz kişi­nin sigara dumanını içine çekmesiyle hareketsiz hale gel­mesi balgam çıkarmanın en önemli nedenidir. Bu hücrele­rin görevi solunum yollarını temizlemektir. Sabahları tüyle­rin hareketleri başladığı için, gece biriken balgamın temiz­lenmesi gerekir. Bu da sabah olur.
Sigara içenlerin bronş dediğimiz solunum yollarında, balgam yapan hücre sayılarında aşırı derecede fazlalık vardır. Bu nedenle, günlük balgam miktarı fazladır ve so­lunum yollarının iç çapı azalır. Normalde nefes alma sıra­sında bronşlar bir miktar genişlediği halde, soluk verirken aksine daralma olur. Sigara içenlerin branşlarındaki daral­ma, nefes darlığı şeklinde belirir. İnsan normalde, hiç far­kına varmadan dakikada 16-20 kez solur. Nefes darlığı, kişinin soluk alıp vermesini hissetmesi demektir. O zaman 1 saatte 1000-1200 kez nefes darlığını hisseder. Bir günde çektiği ıstırabı tahmin ediniz. İşin en kötü yanı, sigaranın Sigara içenlerde, akciğerler görevini iyi yapamadığı için, vücutta birikmiş olan C02 gazı dışarı atılamaz. Gerek­li olan oksijen ise dokulara verilemez. Oksijene en çok ih­tiyacı olan organlar, kalp, beyin ve böbreklerdir. Sonunda onlar da görevini yapamaz hale gelir.

Sigara içenlerde solunum yolu iltihabları daha sık gö­rülür ve bunların tedavileri zordur. Öte yandan, astmalı hastalar eğer sigara içerlerse, hastalığın tedavisi çok zor­laşır.
Sigaraya Bağlı Kalp ve Damar Hastalıkları, Sigaranın Etkileri
Sigara dumanı içindeki iki madde, yani nikotin ve kar­bonmonoksit en çok kalp ve damar sistemine zarar verir. Nikotin kalbin daha fazla atmasına, kan basıncının yüksel­mesine, damarların erkenden daralmasına ve tıkanmasına sebep olurken; karbon monoksit alyuvarların içinde bulu­nan ve oksijen taşınmasını sağlayan hemoglobin denilen boyalı maddeye yapışarak, onun oksijen taşımasını engel­ler. Nikotin sebebiyle çok çalışan ve atan kalbin, daha faz­la oksijene gereksinimi vardır. Karbonmonoksit gazı bunu engellediği için kalb işlevini yapamaz hale gelir. Kalp da­marlarında daralma, göğsün ön kısmında kalb ağrılarına sebep olur. Enfarktüs dediğimiz, kalbi besleyen ana da­marlarının tam tıkanması durumu, kalp kasını bozar ve ne­ticede kalp kanı vücuda pompalayamaz. Bunun sonucu, kalp yetmezliğidir.

Kalp hastalığından ölümlerin %30'u sigara ile ilgilidir. Nikotinin bacak damarlarını daraltmasıyla önce yürüme ile başlayan bacak ağrıları ortaya çıkar. Sigara içenlerin el ve ayakları kan akımındaki azalmadan dolayı soluk, so­ğuk ve uyuşuktur. Damar tam olarak tıkandığı zaman kangren dediğimiz olay ortaya çıkar ki, bunun tedavisi an­cak, hasta organın kesilmesiyle olur. Atar damar hastalık­larının 9/10'unun sigara ile ilişkili olduğu ispatlanmıştır.

Sigara, beyin damarlarında da daralma ve tıkanmalar yapar. Son yıllarla yapılan araştırmalar, beyin damarı tı­kanmasıyla kendini gösteren felçlerde en sorumlu etkenin sigara alışkanlığı olduğunu göstermiştir. Sigara bırakılır bı­rakılmaz, damarlardaki daralma ortadan kalktığı için hasta derhal bunun yararını görür. Kalp ve damar hastalıkla­rında, sigara bırakmanın, ilaçlardan çok daha faydalı oldu­ğu anlaşılmıştır.
Sigaraya Bağlı Sindirim Sistemi Hastalıkları, Sigaranın Etkisi

Ülser denilen mide ve on iki parmak barsak yaraların­da sigaranın da etkili olduğu biliniyor. Gerçekten, bu tip yaralar sigara içenlerde daha sık görülür, ülsere bağlı ka­namalar ve mide delinmesi daha fazla ortaya çıkar. Mide­sinde ülser olan şahıs sigara içmeye devam ettiği takdirde, tedavisi başarılı olamaz.

Tütün, barsak hareketlerini hızlandırır. Bu nedenle, si­garayı bırakanlarda önceleri kabızlık görülür. Vücut eski dengesini bulduktan sonra bu ortadan kalkar.

Sigara ve Seks
Sigaranın seks gücünü azalttığı, seks yapma yetersiz­liğine neden olduğu belirtilmektedir. Erkek cinsel organın­da sertleşme, buradaki kan damarlarının iyi işlemesine bağlıdır. Sigara damarlarda daralma yaptığından, sertleş­me kusuru olur ve dolayısıyla, seks gücünde azalma orta­ya çıkar.

Kaynak: Dr. Veprim Shehu
Devamını Oku »

Sigaranin İcinde Bulunan Maddeler Zaralari

Sigaranın İçinde Bulunan Maddeler, Sigaranın Zararları
Sigara ve sigara dumanı çok miktarda ve değişik özel­likte zararlı madde içermektedir. Yapılan araştırmalar siga­ra dumanında 4000'den fazla zararlı madde bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu maddelerin büyük bir kısmı kanseryapıcı özelliktedir.

Sigara dumanı tütün bitkisi yapraklarının tam yanmaması sonucu oluşur. Sigara dumanının içerdiği maddeler gaz veya tanecik halinde bulunmaktadır. Sigaranın ağız kısmında içe çekilme sırasında oluşan duman "Ana Du­man" olarak tanımlanır. Yanan sigaranın ucundan ve ağız kısmından kendiliğinden çıkan duman ise "Yan Duman" olarak tanımlanmaktadır.
Sigara dumanının ihtiva ettiği maddeler çeşitli faktör­ler tarafından etkilenir. Tütünün tipi, yanma sıcaklığı, siga­ranın uzunluğu, sigara kağıdının özellikleri (gözenekli ya­pıda olup olmaması gibi), filtre ve tütüne ilave edilen katki maddeleri bunların başlıcalarıdır. Sigaranın ucunda sı­caklık 900 °C'ye yükselir. Ağız kısmında ise 30 cC'dir. Bu ısı nedeniyle tütün yaprağında bulunan maddeler değişime uğrar ve bir çok yeni madde oluşur. Ana dumanın % 92-95'i gaz halindeki değişik maddelerden oluşur. Yapılan araştırmalar yaklaşık olarak bir nefes çekimi sigara duma­nında 300 milyon ile 3.5 milyar tanecik bulunduğunu or­taya koymuştur. Günde bir paket sigara içen bir insanın yılda 70.000 kez içe çekme yaptığı düşünülürse, sigara içenlerin maruz kaldığı zararlı madde miktarı anlaşılmış olur. Bu nedenle uzun süre değişik ve fazla miktarda zarar­lı maddeye maruz kalan sigara tiryakilerinde çok fazla hastalık ortaya çıkması da şaşırtıcı olmamalıdır.
Nikotin sigara dumanında tanecik halinde bulunan ve bağımlılığa yol açan ana maddedir. Sinir sistemi üzerinde belirgin bir etkisi vardır. Sinir sistemini etkileyerek kalb ve damarların çalışmasını bozar. Nikotine maruziyet sonucu kan basıncı ve nabız hızında artış ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle kalb daha fazla kasılmakta ve kalbin oksijen ihti­yacı artmaktadır. Ayrıca nikotin damarlarda kasılmaya da neden olmaktadır. Nikotine maruziyet sonucu kan şeker ve yağ düzeylerinde de artış olmaktadır.

Karbonmonoksit, sigara dumanında gaz halinde bulu­nan zararlı maddelerin en önemlisidir. Tütünün tam yan-maması sonucu ortaya çıkar. Sigara dumanının % 2-6'sı karbonmonoksitten oluşmuştur. Sigara içenlerin kanında­ki karbonmonoksit düzeyi sigara içmeyenlere göre 2-15 kat daha fazladır. Karbonmonoksit hücrelerin kandaki ok­sijeni kullanmasına engel olur.

Sigaranın İçindekiler

Sigarada Bulunan Zararlı Maddeler, Sigara Dumanı İçindeki Maddeler
Sigarada Bulunan Maddeler; Tanecik Halinde Bulunanlar
Aromatik hidrokarbonlar - Kanser Yapıcı

Nikotin – Sinir Sistemini Uyarıcı

Fenol - Kanser Yapıcı

Krezol - Kanser Yapıcı

Beta-Naftilamin - Kanser Yapıcı

N-Nitrozonornikotin - Kanser Yapıcı

Benzopiren - Kanser Yapıcı

Metaller - Kanser Yapıcı

(Nikel, Arsenik, Polonium 201) - Kanser Yapıcı

İndol - Kanser Yapıcı

Karbazol - Kanser Yapıcı

Kateşol - Kanser Yapıcı

Sigara Dumanındaki Gazlar (Sigara Zararlarıyla İlgili)


Karbon Monoksit – Oksijen Kullanımını Engeller

Hidrosiyanik asit - Silia Hareketleri Durdurur

Asetaldehid - Silia Hareketleri Durdurur

Akrolein - Silia Hareketleri Durdurur

Amonyak - Silia Hareketleri Durdurur

Formaldehid - Silia Hareketleri Durdurur

Nitrojen oksitler – Silia Hareketleri Durdurur

Nitrozaminler – Kanser Yapıcı

Hidrazin – Kanser Yapıcı

Vinil klorür – Kanser Yapıcı

(Silia; Solunum Yollarlını Döşeyen Hücrelerin Uzantıları Olan Titrek Tüyler)
Bu durum vücuttaki tüm organların çalışmasını kötü yönde etkiler. Kötü yönde etkilenen organlardan en önem­lisi beyindir.
Sigara dumanında ayrıca çok fazla miktarda kanser yapıcı madde bulunmaktadır. Polisiklik aromatik hidrokar­bonlar, aromatik aminler ve nitrozaminler kanser yapıcı maddelerin başlıcalarıdır. Bu maddelerin çeşitli deney hayvanlarında değişik organ kanserlerine yol açtığı sap­tanmıştır.Bunlara ilaveten sigara dumanında solunum yollarını tahriş eden ve solunum yollarını döşeyen epitel hücreleri­nin uzantıları olan titrek tüylerin (silia) işlevini bozan pek çok madde bulunmaktadır.

Kaynak: Dr. Serhat Fındık
Devamını Oku »

Sigara İcmek Sigara Nikotin Neden İcilir

Sigara İçmek, Sigara Neden İçilir, Sigara Nikotin
Sigaraya Başlama Nedenleri, Sigara İçme

Türkiye nüfusunun yaklaşık yarısı sigara içmektedir. Bunun anlamı, sigaranın yarattığı sorunlarla ülke gündeminde güncel bir konumda olmasıdır. Tütün ve sigara neden olduğu hastalık ve ölümler gibi zararlarının yanında ekonomik boyutuyla da önemli bir konumdadır, ülke ekonomisine katkısı sınırlıdır, üretimden tüketime 3 milyon insana iş imkanı yaratmaktadır. 1980'li yıllarda yabancı dev sigara üreticilerinin ürünleri ithal edilerek pazarlanmaya başlamıştı Bu şekilde kaçak satılan yabancı sigaraların vergilendirilmesi öngörülmüştür. Yabancı sigara alışkanlığı hızla yayılmış belki de beklenenden daha yüksek düzeylere ulaşmıştır. Yerli ve yabancı sigaralardan bütçeye vergiler kanalıyla önemli bir gelir sağlanmaktadır. Bu gelirin bir kısmından vazgeçmek, başka bir deyimle sigara tüketimini azaltmaya yönelik önlemler almak zordur. Ülkemizdeki işsizlik ve bütçe açıkları da düşünülürse bu imkansız gibi görülmektedir. Bu nedenle sigara tüketimini azaltmaya yönelik baskılara ülke yöneticilerinin destek sağlaması beklenmemelidir/ Yabancı sigara alışkanlığı uluslararası dev şirketlerin etkilerini de arttırmaktadır. Yabancı sigaraların ithal edilmeye başlanıldığı günlerdeki birim fiyatları sabit olarak alınırsa geçen sürede sigara ucuzlamaktadır. Bu ucuzlama veya fiyatın artmaması sigara tüketimini arttıracak bir faktördür. Sigara fiyatlarını veya alınan vergileri arttırmak sanıldığı kadar kolay değildir. Yabancı şirketlerin kaçak sigaraları buna önemli bir engeldir. Ayrıca sigara pazarına ve sigara ile ilgili konulardaki problemlere bu şirketlerin etkisi çok büyük boyutlardadır. Bu şirketlere rağmen sigara tüketiminin azaltılmasını sağlayacak önlemler almak zordur. Şu da sigara içimine karşı oluşacak kamuoyu baskısını engellemektedir. Yine yabancı şirketler ekonomik güçleri nedeniyle sigara ile ilgili pazarı istedikleri gibi etkilemektedirler. Bunun en basit örneği uyguladıkları ustaca hazırlanmış dolaylı reklamlardır.
Sigara tüketimini azaltma yolundaki eğitimin ana konusu; "niçin sigara içimi ile savaşmak gerekir?" sorusudur. Bunun en iyi cevabı sağlıkla ilgili mesleklerde çalışanlardan gelmelidir. Ama ülkemizde sağlıkla ilgili mesleklerde çalışanların en önde gelen grubu olan tıp doktorlarındaki sigara alışkanlığı toplumdaki diğer meslek gruplarından pek de farklı değildir. Bu durumda gönüllü sağlık çalışanlarının üzerine düşen görev daha da ağırdır. Bu ağırlığı hafifletecek olan diğer meslek gruplarının da bu savaşa gönüllü katkıları olacaktır. Bu durum sigara ile savaşın hem boyutunu genişletecek hem de oluşacak baskıyı artıracaktır. Böylece oluşan baskı ile istenilen amaca daha kolay ulaşılacaktır.
Sigara ile savaşta diğer önemli bir nokta ise, sigaranın insan sağlığına olan etkileridir. Bir çok insan sadece "Sigara sağlığa zararlıdır" cümlesinden öteye bilgi sahibi değildir. Buna tıp öğrencileri ile tıp doktorlarının bir bölümü de dahildir. Sigaranın yarattığı sağlık sorunları bu nedenle yeterli ölçüde topluma yansıtılmamaktadır. Yansıtılanların bir kısmı ise gerçek boyutlarda olmadığından etkili olmamaktadır. Sigaranın yarattığı sağlık sorunları yapılan araştırmalardan çıkarılan bilimsel verilere dayandırılmalı, gerçekler olduğu gibi anlatılmalıdır. Buna ek olarak, sigaraya bağlı hastalıklara, Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu gibi resmi kurumların harcadığı giderlerin bir bölümünün sigara içmeyenlerin ödedikleri vergilerden karşılandığı bilinci de yerleşmemiştir. Kısaca ülkemizde sigaranın yarattığı sorunların toplum tarafından yeterli ölçüde bilinmediği bir gerçektir.
Sigaranın yarattığı hastalık ve ölümlerin anlaşılmasından önceki dönemlerde sigara içmek moda sayılmaktaydı. Bizim ülkemizde de sigara içilmesi bir zamanlar teşvik edilmiştir. Askerlik hizmetini yapanlara bedava sigara dağıtıldığı dönem örnek olarak verilebilir.
Sigara içilmesi ve yaygınlaşması sonucu toplumumuz bazı alışkanlıklar kazanmıştır. Evlerde, işyerlerinde, kapalı alanların bir çoğunda sigara içilmesinin beklenen ve normal bir davranış olduğu gibi, bu beklentinin delili olarak küllük bulundurulmaktadır. Kapalı alanlarda hatta hasta ve çocukların yanında sigara içilmesine hiç tepki gösterilmemiştir. Tersine, insanların birbirlerine ve misafirlerine sigara ikram etmesi neredeyse toplumumuzda bir gelenek haline gelmiştir. Sigara yurtdışından gelen bir çok insan için hediyelik bir madde olarak kabul görmektedir. Toplumumuzda sigara içenlerin üzüntü, sıkıntı ve streslerinde ilk yaptıklarından biri sigara içmedir. Sigara sadece üzüntü ve streste teselli aracı olarak görülmesinin yanısıra keyif verici bir madde olarak da kabul edilmektedir.
Bronş astmalılarda sorun daha büyüktür. Astma ataklarını ortaya çıkardığı için ev ve iş ortamında sigara içilmemesi gereklidir. Hastaların bunu çevrelerine kabul ettirme- leri çok güç olmaktadır.

Ülkemizde 7 Kasım 1996'ya kadar sigara paketlerinin üzerindeki, T.C. Bakanlar Kurulu'nun 1986 yılı ve 86-10911 sayılı kararı uyarınca "Sigara sağlığa zararlıdır" yazısı dışında ciddi bir yasal engel bulunmamaktaydı.


Sigara üreticileri doğrudan reklam yanında ustaca dolaylı reklamlara yönelmişlerdir. Bu reklamlar özellikle gençliğin ilgi duyduğu alanlara kaydırılmıştır. Bu alanlardaki aktif reklamlar devamlı görülmektedir. Örneğin; otomobil sporlarına yönelik reklamlar ön plandadır. Bu sporlar gençliğin en büyük ilgi alanlarındandır. Sigara üreticilerinin ustaca kullandıkları bir diğer yöntem ise sigaranın filtreli olması, filtre özelliklerinin belirtilmesi, içerdiği katranın azlığı veya hafif olduğunu belirten ibarelerle sanki zararlarının azaltıldığı imajını yaratmaktır.
Sigaranın kötü kokusu ve aşırı duyarlı soluk borularına sahip astmalılarda yarattığı boğaza takılma hissi, öksürük, hırıltılı soluk, nefes darlığı gibi belirtiler dışında erken görülen bir etkisi yoktur. İnsanlar yıllar sonra ortaya çıkabilecek zararlara karşı çoğu kez duyarsızdır. Sigaranın yarattığı sağlık sorunların genellikle 20 yıl veya daha uzun bir süre sonra ortaya çıkmaktadır. Bunu bilmelerine rağmen bir çok kimse başladığı sigarayı kolay bırakabileceği gibi yanlış ön yargılara sahiptir.
İnsanın doğasında yasaklara karşı gelmek, yasakların tersini yapma isteği vardır. Sigara sorununun boyutları ile ilgili eğitimi yetersiz kimselerin sigara aleyhindeki beyan-ları bazen sigaraya ilgiyi arttırmaktadır. Ayrıca özellikle gençler özgürlük, bağımsızlık duygularını sigarayla özdeşleştirmektedirler.

Yukarıdaki görüşlerin ışığında, sağlıkla uğraşanlar da dahil, toplumun büyük bir bölümünün sigara ile ilgili gerdekleri bilmediği ve bu nedenle sigaraya kolayca başlayıp devam ettiği söylenebilir.

Kaynak: Prof. Dr. Altay Şahin
Devamını Oku »