Friday, June 27, 2014

Bol Su İçmek

Bu sene yazın çok sıcak olacak sıcak havalarda peki ne gibi önlemler alınmalı sıçak havalarda tabiki her doktorunda önerdiği gibi bol sıvı tüketimidir vücudumuzun bol su kaybını önlemek için bol bol su içmemiz gerekmektedir.Gerekli olmadığı sürece dışarı çıkılmamamalıdır.Sıvı kaybını önlemek için serin yerlerde durulmalı c vitami gibi besinler alınmalıdır.

Devamını Oku »

Tuesday, June 24, 2014

Sağlık Nedir?

Sağlık, sadece hastalık ve sakatlık durumunun olmayışı değil kişinin bedenen ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sağlığı, "sadece hastalıklardan ve mikroplardan korunma değil, bir bütün olarak fiziki, ruhi ve sosyal açıdan iyi olma hali" olarak açıklar.[kaynak belirtilmeli] Yaşayan birorganizmada, organizmanın dengede olduğu bir durum olarak tanımlanabilir. Bu dengeli durumda organizmaya giren ve organizmadan çıkan madde ve enerji miktarı (organizmanın normal büyüme sürecinde kullanılan madde gözardı edildiğinde) yaklaşık olarak eşittir ve organizmanın hayatta kalma beklentisi vardır.
Devamını Oku »

Wednesday, June 18, 2014

Şizofreni



Şizofreni, mental ve sosyal işlevselliği etkileyen ve yeti kaybına yol açan bir psikiyatrik hastalıktır. Bu rahatsızlık hastaların yaşamları kadar aile ve arkadaşların yaşamlarını da etkiler. Şizofreni, davranışın bilişsel, duygusal, algısal ve diğer yönlerini kapsayan, değişkenlik gösteren, işlev kaybına yol açabilen bir klinik sendromdur. Görünümü hastaya ve zamana göre değişkenlik gösterir, fakat hastalığın etkisi genel olarak ağırdır ve çoğunlukla uzun sürelidir.

Şizofreni, tüm toplumlarda ve coğrafi alanlarda görülür. Sıklık ve yaşam boyu yaygınlık oranları tüm dünyada neredeyse eşittir. Genel nüfusun %0.5-1’i yaşamın bir döneminde şizofreni geliştirir. Erkek ve kadınlarda eşit oranlarda görülür.

Günümüzde şizofreni hastalarında sıklıkla gözlenen belirtilerin yazılı tanımlarına kayıtlı tarih boyunca rastlanmaktadır. Şizofreni 18.yüzyılda araştırılmaya ve tedavi edilmeye başlanmıştır. Şizofreni, dementia precox olarak ilk tanımlandığı yüzyılı aşkın zamandan bu yana, nedenleri ve sınıflandırma sistemleri açılarından tartışmalı bir tanıdır. Aynı zamanda şizofreni terimi stigmatizasyona ve yanlış anlaşılmaya uğramıştır. Geleneksel bir bakış açısı ile, şizofreni hastaları hastalar nadiren çalışan, anlamlı ilişkiler kuramayan, toplumdan izole hatta sokakta yaşayan ve sosyal sınıflarda gerileme eğilimi gösteren kişilerdir. Fakat bu olumsuz bakış açısı değişmeye başlamıştır. Şizofreni tanısı alan hastalar üzerinde yapılan yeni bir çalışmada, 15 ve 25 yıllık takiplerde hastaların yaklaşık %50’si iyi klinik sonuçlar göstermektedir Son yıllarda geliştirilmiş tanı kriterleri ile güvenilir bir şekilde şizofreni tanısı konmakta ve uluslararası tanı sistemleri ile şizofreni, tanısal bir durum olarak bilinmektedir ve geniş bir hasta kitlesini tanımlamaktadır.

Şizofreni başlangıç yaşı, erkeklerde tipik olarak onlu yaşların sonu ya da erken yirmili yaşlar iken, kadınlar hastalığa genellikle yirmili yaşların sonu ile otuzlu yaşların başında yakalanırlar. Ailede şizofreni öyküsünün olması önemli risk faktörlerindendir. Davranış genetiği alanındaki 80 yıllık ikiz, aile ve evlat edinme çalışmaları, şizofreninin kalıtsal olduğuna işaret etmektedir. Aile çalışmaları, hasta bireyle genetik paylaşım derecesi arttıkça şizofreni geliştirme riskinin de arttığını göstermiştir. Mary Cannon ve arkadaşları, şizofreni gelişiminde risk faktörü olarak gebelik sırasındaki komplikasyonlar (kanama, diyabet), doğum sırasındaki komplikasyonlar (acil sezaryen, asfiksi) ve anormal fetal büyüme ve gelişme (düşük doğum ağırlığı) şeklinde şizofreniye eşlik eden üç grup doğumsal komplikasyon tanımlamışlardır.



BELİRTİLERİ

Şizofreni başlangıcı yavaş veya hızlı olabilir. Hastaların çoğunda belirtiler yavaşça ortaya çıkıp artış gösterir. Bu evrede, sosyal içe çekilme, okul veya işe ilgi kaybı, hijyen ve kendine bakımda bozulma, sıra dışı davranış veya kızgınlık nöbetleri gibi belirtiler görülebilir. Aile üyeleri bu davranışları rahatsız edici ve yorumlanması güç bulabilir. Hastaların algı bozuklukları (işitsel, görsel ve bedensel), düşünce bozukluğu (sanrılar) ve içgörü kaybı gibi çeşitli psikiyatrik belirtileri yaşaması ile şizofreni tanısı belirginleşir.



TANI

Şizofreni için onaylanmış bir tanı koydurucu belirti veya testi, görüntüleme yöntemi yoktur. Tanı hastanın psikiyatri hekiminin DSM ve ICD tanı ölçütlerine göre değerlendirmesi sonucunda koyulmaktadır. Bu tanı sistemlerinin günümüzdeki versiyonları DSM-IV-TR ve ICD-10’dur. Bu tanı ölçüt sistemleri şizofreni tanımlamalarında büyük oranda birbirleriyle uyumludurlar.

Şizofreninin belirti ve bulguları, diğer psikiyatrik, tıbbi ve nörolojik bozukluklarca taklit edilebilmektedir. Geçerli bir tanıya ulaşmak için tanıya yardımcı patognomonik işaret ve bulgular, laboratuar ve görüntüleme testleri olmadığından, dikkatli bir öykü, mental durum muayenesi ve diğer nedenlerin dışlanması gerekir. İlk atak, atipik özellikler (hızlı başlangıç ya da geç başlangıç gibi) durumunda, tıbbi bir hastalık veya yeni bir tedavi ya da madde kullanımı sonrası başlayan vakalarda ayırıcı tanı için özel bir dikkat gösterilmelidir. (kaplan)

Şizofreni Alttipleri

Paranoid şizofreninin en belirgin özelliği bir ya da daha fazla işitsel varsanının varlığıdır. İşitsel varsanıların içeriği sıklıkla sanrıların içeriği ile ilişkilidir. Bu alt tip nispeten iyi prognoza sahiptir. Dezorganize (hebefrenik) şizofreni alt tipinin en önemli özelliği, DSM-IV-TR’de dezorganize davranış, künt ya da uygunsuz duygulanımı ve düşünce bozukluğunun olmasıdır. Kötü premorbid işlevsellik, sinsi başlangıç, kronik gidiş ve kötü prognoz, bu alt tipin genel özellikleridir. Farklılaşmamış şizofreni, şizofreni ölçütleri karşılayan, ancak yukarıda tanımlanmış alt tiplerin birine sokulamayan kategori olarak açıklanmıştır. Tanı, diğer alt tiplerin dışlanmasıyla konulabilmektedir. Katatonik ve rezidüel tip şizofreni daha az sıklıkla görülmektedir.



PROGNOZ

Hastalık sürecinin anlaşılması tedaviye yol gösterecektir. Şizofreninin klinik gidişi alevlenmeler ve remisyon dönemleri şeklindedir. Genel olarak şizofreni hastalarının yaklaşık %10-20’sinin iyi gidiş gösterdiği, %40-50’sinin yıkımla beraber alevlenmeler ve %20’den azının ise çok az iyileşme gösteren kronik hasta olarak kaldığı belirtilmektedir. Diğer psikiyatrik hastalıklardan farklı olarak her alevlenme dönemi sonrasında hastanın işlevselliğinde daha fazla yıkım izlenir.



TEDAVİ

Şizofrenide tedavi yaklaşımları, hastalığın alevlenme ve stabil (sürdürüm) olduğu dönemlere göre ele alınmalıdır. Şizofrenide erken tanı ve tedavi başlanmasının hastalığın gidişini olumlu etkilediği, işlev kayıplarını engellediği, tedaviye daha kısa sürede ve olumlu yanıt alındığı yönünde veriler mevcuttur. Şizofreni tedavisinde her iki dönemde de antipsikotik ilaçlar birinci sırada yer almaktadır. Tedavi psikoterapi ve psikososyal yaklaşımlarla desteklenmelidir. Tedavi hastanın kendi ortamında sürdürülmeli; ancak tedavi uyumunun olmadığı durumlarda hastanede tedavi tercih edilmelidir.



KOMPLİKASYONLAR

Şizofreni hastaları, intihar da dâhil olmak üzere çeşitli faktörler nedeni ile daha yüksek ölüm hızına sahiptir. Şizofreni hastaları, özellikle nikotin bağımlılığı olmak üzere madde kötüye kullanımı için artmış risk taşırlar. Hastaların yaklaşık %90’ı nikotin bağımlısı olabilir. Şizofreni, psikolojik, ekonomik ve sosyal açılardan işlev kaybına yol açan psikiyatrik hastalıktır.
Devamını Oku »

Sıtma Hastalığı



Sıtma, yüksek ateş, titreme ve anemi ile karakterize, parazitik bir hastalıktır. Malarya, paludism, plasmodiasis gibi isimleri de vardır. İnsanlık tarihine bakıldığında, dünya nüfusunun üçte ikisini etkileyerek en tahripkar hastalıklardan biri olmuştur. Hala endemik bölgelerde önemini korumaktadır. Ülkemizde ise Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri endemiktir.

Hastalık, anofel adlı bir sivrisineğin paraziti hasta kişiden bir başka kişiye taşıması yoluyla olur. Sinek ısırığı ile kana bulaşan parazit karaciğere giderek orada olgunlaşır ve başka bir forma dönüşerek tekrar kana geçer. Buradan da kırmızı kan hücrelerine geçerler ve orada çoğalırlar. 48-72 saat sonra kan hücrelerini patlatarak yeni kan hücrelerine geçerler. İlk belirtiler parazit alındıktan 10 gün ila 4 hafta sonra açığa çıkar. Sonrasında da 48-72 saatte bir belirtiler tekrarlanır.

Sıtma gebe anneden bebeğine ya da kan transfüzyonu yoluyla da geçebilmektedir.
BELİRTİLER
Ateş
Terleme ve titreme
Başağrısı
Bulantı ve kusma
Kas ağrıları
Kansızlık
Sarılık
Nadiren nöbet ya da koma
TANI

Fizik muayenede büyümüş dalak ve karaciğer saptanır. Parmaktan alınan bir damla kanın boyanmasıyla tanı konulur.
TEDAVİ

İlaç tedavisi düzenlenir. Sıtmanın sıklıkla görüldüğü bölgelere seyaha ederken hastalığı kapmamamak için kullanmanız gereken ilaç için de en az iki hafta önce doktorunuza danışınız.
PROGNOZ

Sıtmanın bazı türleri oldukça ağır enfeksiyonlara neden olmaktadır; bunlar ülkemizde oldukça nadir görülürler. Tedaviye yanıt genellikle oldukça iyidir.
KOMPLİKASYONLAR
Karaciğer ve böbrek yetmezliği
Anemi
Menenjit
Dalak yırtılması ve buna bağlı ciddi kan kaybı
KORUNMA

Sıtmanın sık görüldüğü ülkelere seyahatlerde iki hafta öncesinden başlayıp, ayrıldıktan sonra da 4 hafta daha devam edecek şekilde ilaç tedavisi alınmalıdır. Bu bölgelerde kol ve bacaklar örtülmeli, pencerelerde sineklikler olmalı, sinekkovarlar kullanılmalıdır.
Devamını Oku »

Uykusuzluğu gidermenin 30 yöntemi



Uykusuzluk bir çoğumuzun yüzleşmek zorunda kaldığı sorunlarından birtanesi. Gece uykusunu ne kadar iyi alırsak, günümüzde o kadar iyi ve dinamik geçmektedir. Sizler için 30 yöntemden oluşan uykusuzluğu giderme yolları:
Uyku saatlerine ve sürelerine dikkat edilmelidir. Uykunuzun geldiği saatleri kendinize göre belirleyin ve buna uygun yatın kalkın.
Öğleden sonra uykularından kaçının, bu sizde gece uykusuzluğa yol açabilir.
Hafta sonları geç yatmayın, düzeniniz şaşmasın toparlamakta zorlanabilirsiniz.
Haftanın belirli günlerinde yürüyüş, koşma ,yüzme gibi aktivitelerden yararlanın,yorulmanız gece uykuya daha rahat dalmanızı sağlar.
Sinir sistemini uyaran etkinlikleri uykunun hemen öncesinde veya akşam geç saatlerde yapmaktan kaçının.
Akşam saatlerinde yenilen ağır yemekler mideyi rahatsız eder ve uykuyu engeller. O yüzden akşam yemekleri uyku saatinden birkaç saat önce ve hafif olmalıdır.
Aşırı sıvı tüketimi hem mideyi rahatsız eder hemde gece sık sık uyanmanızı sağlar, bundan kaçının.
Çay ve kahve akşam saatlerinde fazla tüketilmemelidir. Yatmadan önce bir bardak ılık süt veya ıhlamur içebilirsiniz.
Eski ortası çukurlaşan yataklar uyumayı güçleştirir, eski yatağınızı yeni bir yatakla değiştirin.
Yatak odanızda loş ışıklar kullanmanız uykuya dalmanızı kolaylaştırıcaktır.

Çiftler birbirlerinin haraketlerinden etkileniyor, birinin dönmesi sırasında eşde uyanıyor ve yeniden uykuya dalması zorlaşabiliyor. Bu nedenle uykusuzluk çekiyorsanız eşinizle ayrı yatakta yatmak uykuya dalmanızı kolaylaştırabilir.
Yatak odanızda kitap okumayın, yemek yemeyin veya televizyon izlemeyin.
Rahatlamak için uyku öncesinde ılık bir duş alın, böylece uykuya daha rahat dalabilirsiniz.
Yatak odası dışında gerginliğinizden arınmak için uyku öncesinde kitap okuyun yada dinlendirici müzik dinleyin faydasını mutlaka görüceksinizdir.
Uyku öncesi mümkünse çalışmaktan ve bilgisayar oyunlarından uzak durun.
Uyku öncesinde aile veya iş problemlerinizı kafanızdan atmaya çalışın, dolu kafayla uykuya dalmak sizin için kolay olmayabilir.
Birkaç gün gece geç yatıp sabah erken kalkın uykunuzun düzene girdiğini hissedeceksinizdir.
Uykusuzluk çekiyorsanız hemen uyku ilaçlarına sarılmayın, bağımlılık yaratabilir siz farketmeden.
Eşiniz uykudayken nefes durmalarının eşlik ettiği horlama gözlemliyorsanız hemen doktora başvurun.
Alkol kullanımını sınırlandırın, alkol ne kadar uyumanıza ilk başlarda yardımcı oluyormuş gibi hissetsenizde bünyenize verdiği zararı bilemezsiniz.
Yatmadan önce 1 bardak rezene çayı uykuya dalmayı kolaylaştırabilir.
Kendinizi yatakta kalarak uyumaya zorlamayın, uykunuz yoksa kendinize eziyet ediyorsunuz demektir. Kalkın biraz kitap okuyun, uykunuzun geldiğini hissediceksinizdir.
Gece yatmadan 3 saat kadar önce evdeki ışık kullanımını azaltın ve tüm elektronik cihazları kapatmaya özen gösterin.
Yatak odasındaki saatleri gizleyin, mümkünse saatsiz bir odada uyumayı tercih edin.
Perdeleri kapalı tutun.
Yatak odanızın ısısını ayarlayın, odanız hafif serin olsunki uykuya dalmanız daha kolaylaşsın.
Sigara içiyorsanız bırakmayı deneyin, bırakamıyorsanız azaltmayı deneyin. Nikotin uykunuzu kaçırır.
Yaptığımız hatalardan biride eve iş taşımak, bundan kaçının.
Aldığınız ilaçların uykunuzu etkilemediğinden emin olun, bazı ilaçlar uykusuzluk yapabilir yan etki olarak.
Bütün bu önlemlere rağmen uykusuzluk devam ediyorsa, bir uzmana görünme zamanı geldi demektir.

Umarız bu 30 yöntemle uykunuz düzene girer ve sabahları uykunuzu almış şekilde uyanıp güne iyi başlarsınız.
Sağlıklı yaşam sağlıklı hayat
Devamını Oku »

Friday, June 13, 2014

Koltuk altı kokusunu önlemek için!


Koltuk Altı Kokusu Neden Olur?

Koltuk altı kokusunun terlemeden dolayı olduğu bilgisi tamamen yanlıştır. Kokunun asıl nedeni; terleme sonucu üretilen protein ve yağların, bakterileri geliştirmesidir. Koltuk altında oluşup gelişen bakteriler pis kokuya neden olurlar. Ayrıca tüketilen sarımsak, soğan, baharatlı yiyecekler; giyilen sentetik kıyafetler de koku oluşumuna neden olan etkenlerdir.

Koltuk Altı Kokusunu Önlemek Mümkün mü?

Evet koltuk altlarına gerekli bakım yapıldığı takdirde kokulardan kurtulmak mümkün. Öncelikle o bölgedeki tüylerden kurtulmak gerekmektedir. Tüylerden kurtulmak demek bakterilerin azalması demektir. Çünkü tüylerin yok olmasıyla terleme azalacak ve bakterilerin beslendiği yağ, protein ve nemlenme yok olmuş olacaktır. Sabah ve akşam duş almak mümkün olmasa bile o bölgenin su ve sabunla temizlenmesi gerekmektedir. Sonrasında, temiz koltuk altlarına koku gidermek için deodorant spray veya antiperspirant ürünler kullanılabilir.

Deodorant terlemeyi engellemez ancak hoş bir koku bırakır. Çok fazla terleyen insanların antiperspirant kullanmaları daha doğru olur. Bu ürün terlemeye engel olmakla birlikte hoş bir kokuya da sahiptir. Bu gibi ürünler terli bölgeye kullanılmamalıdır..Çünkü etrafa kötü koku yayılmaktadır. Koltuk altı kokusunu önlemek için yediğimiz gıdalara dikkat etmeliyiz. Bazı baharatlı yiyecekler, yeşillikler terlemeyi artırmakta ve bu da bakteriler dolayısıyla koku yayılmasına neden olmaktadır. Ayrıca terlemesi çok olan insanların pamuklu, ipek ya da keten kumaştan yapılmış kıyafet tercih etmeleri daha doğrudur. Sentetik kıyafetler terlemeyi artırmaktadır.
Koltuk Altı Kokusunu Önlemenin Bitkisel Çözümü

Karbonatın koku giderici olduğunu biliyor muydunuz?

Karbonat antiseptik özelliğiyle mikrop karşıtı bir maddedir. Koltuk altına sürdüğünüz karbonat mikropları yok ederek kokuya engel olur. Koltuk altını yok eden bir diğer bitkisel ürün de ada çayıdır. Ada çayını hem içerek hem de o bölgeye sürerek kokunun oluşmasına engel olabilirsiniz.
Devamını Oku »

Ağız Yarası Neden Olur?



Ağız ülseri veya aft olarak da adlandırılan ağız yaraları,tıp dünyasınca nedeni henüz tam olarak bilinmeyen doku bozukluklarıdır. Ortası beyaz, sarı ya da gri renkteki bu yaralar, uçuk ile aynı şey değildir. Oldukça can yakıcı olan yaralar mutlaka ağız içinde oluşur ve dudaklarda, yanaklarda, dilde, diş eti veya damakta ortaya çıkar. Çoğu kez aynı anda 2 – 3 adet yara görülür.

Ağız yaralarının daha çok kadınları etkilediği görülmekle birlikte çocuk yaştan itibaren hemen herkeste görülebilir. 7 ila 10 gün arasında iyileşir ve tekrarlayıp tekrarlamayacağı kişiye göre değişir. ‘Nedeni tam bilinmiyor’ dedik ama aft üzerinde etkili olduğu düşünülen çeşitli etkenler, bu yaraları tetikleyen nedenler bulunmaktadır. Diş macunundan, yiyeceklere uzanan farklı etkenler sayılır. Bu etkenleri sıralamadan önce ağız yarasının bulaşıcı olmadığını da ekleyelim.
Fiziksel Travma

Yanlışlıkla yanağı ısırmak, çok sıcak yiyecek veya içecekler, sivri bir cisim nedeniyle ağız içinin tahriş olması veya protez dişler ağız içinde yaralara neden olabilecek fiziksel travma örnekleridir
Yiyecekler

Asitli yiyecek, içecekler ağız yaralarını tetikleyebilir. Burada asitli içeceklerden kasıt sadece kola, gazoz gibi içecekler değildir. Örneğin portakal suyu, ağız yaraları olanlarda ya da hassas bir ağız dokusuna sahip kişilerde en çok şikayete yol açan içeceklerin başında gelir. Sadece portakalın değil genel olarak turunçgillerin asit oranı yüksektir. Asit oranı yüksek meyvelerin yanı sıra, sirke, sirkeli soslar, tuzlu, baharatlı, acılı yiyecekler, turşu, çerez ve pek çok kimyasal içeren hazır gıdalar ağızda aft oluşmasını tetikleyebilir. Ağızda aft oluşmasından bir iki gün öncesine kadar yediklerinizi gözden geçirerek, size neyin dokunmuş olacağına dair bir ipucu yakalamaya çalışabilirsiniz.
Alerji

Yiyecek alerjilerinin % 90′ında süt, fıstık, fındık, soya, balık, buğday veya kabuklu deniz ürünlerinin yiyecekle ilgili alerji türlerini tetiklediği görülür. Glüten, inek sütü proteinleri, çikolata, tarçın, ceviz, badem, domates, incir, limon ve çileğin ağız içinde aft çıkmasında katkısının olduğu belirtilir. Histamin salgılanması sonucu ağızda hücre ve dokular zarar görebilir ve alerjik semptomlardan biri olarak, ağız yaraları ortaya çıkabilir.
Sigarayı Bırakmak ya da Sigara İçmek

Her fırsatta sigara içmenin zararlarından söz ederken, birden bire sigara bırakmanın bir zararı olabileceğini duymak sizi şaşırtabilir. Elbette bu geçici bir durumdur. Sigarayı bıraktıktan sonra vücuttaki kimyasalların değişmesi sonucu ağız yaraları tetiklenebilir. Ancak siz, uzun vadede sigarayı bırakmanın ne kadar yararlı olduğuna odaklanın ve bu kısa süreli sorun nedeniyle sakın sigaraya tekrar başlamayı düşünmeyin!

Sigarayı bırakmak aft riski oluştursa da, sigara içmek de aynı şekilde bu yaralara neden olabilir. Tütün, alkol ve çeşitli kimyasallardan dolayı ağız yaralarının tetiklendiği bilinmektedir.
Bazı Diş Macunları

Her diş macunu değil ama içinde ‘sodyum loril sülfat’ (SLS) bulunan diş macunu ya da gargara benzeri ağız hijyen ürünlerinin aftı tetiklediği görülmüştür. Bunun nedeni SLS’nin ağız dokularındaki koruyucu tabakayı kurutması ve alttaki dokunun yaralara karşı daha savunmasız hale gelmesi olarak açıklanabilir.
Vitamin veya Demir Eksikliği

Demir ve vitamin eksikliği ve özellikle de B3, B9 (folik asit) ve B12 vitaminlerinin eksikliği ağızdaki yaraların tetikliyor olabilir. Bu vitaminler, cilt sağlığını ve sinir sistemini desteklemek, hormon ve kan hücresi üretmek gibi, eksikliğinde ağız yaralarının görülebileceği konularda yardımcı olurlar. Vitamin eksikliği ayrıca kötü beslenmeye ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına da bir işaret olabilir. Her iki durum da ağız yaralarını tetikleyen durumlardır. Eğer başka herhangi bir neden göremiyorsanız, ağız yaralarınızın nedenini anlamak için beslenme alışkanlıklarınızı gözden geçirmeniz gerekiyor olabilir.
Hormonal Dengesizlikler

Hormonal dengesizliklere vücudun verdiği tepkilerden biri de ağız yaralarıdır. Örneğin ergenlik dönemindeki genç kızlarda ya da kadınlarda adet döneminde, ağız yarasının çıkmasına sık rastlanır.
Stres

Pek çok fiziksel şikayetin nedenleri arasında stresi görmek, artık hiç şaşırtıcı değil ve aftlar da bu şikayetler arasında sayılabilir. Ne yazık ki gün boyu taşıdığımız endişeli düşünceler, iş yerindeki ya da evdeki mutsuzluklar, her şeyi dert edinen halimiz veya trafikte geçirdiğimiz sıkıntılı saatler derken, vücudumuz fiziksel olarak tepki vermekte gecikmiyor. Kadınların regl dönemlerinde hormonal değişikliklerin yanı sıra, gerginlik de aftlara davetiye çıkarabilir.
Genetik

Yapılan bir araştırmada afttan muzdarip olan kişilerin % 35′nin ailelerinde en az bir kişinin daha afttan şikayetçi olduğu ortaya çıkmıştır. Tek yumurta ikizlerinin % 90′ında, her iki kardeşte de aft çıktığı görülmüştür. Ailesinde aft görülen kişilerde aft oluştuğunda, bu rahatsızlığı daha erken yaşlarda ve daha ağır belirtilerle geçirdikleri ortaya çıkmıştır.
Çölyak Hastalığı

Çölyak hastalığı, vücudun buğday, çavdar ve arpada bulunan glüten adlı proteine tahammülsüzlüğü anlamına gelir. Bu durum ince bağırsakta iltihaplanmayla kendini gösterir. Çölyak hastalığının diğer bir yaygın belirtisi ise ağız yaralarıdır.
Chron Hastalığı

Yine iltihabi bir bağırsak hastalığı olan Chron hastalığı, bağırsakta iltihaplanmaya yol açan ve hem midede hem de ağızda yaralara neden olabilen bir rahatsızlıktır.
Bağışıklık Yetmezliği

HIV ya da lupus gibi vücudun bağışıklık sistemine saldıran herhangi bir bağışıklık hastalığı, ağız yaralarına yol açabilir.
Ne Zaman Doktoru Aramalı?
İlk kez ağzınızda aft çıktığında.
1 santimden daha geniş ölçüde aft oluştuğunda.
Daha önce olduğundan çok daha fazla sayıda aft çıktığında.
Eskiden olduğundan çok daha sık aft çıkmaya başladığında.
Aftlarla aynı zamanda eklem ağrısı, ateş, ishal ve vücutta lekeler görüldüğünde.

- See more at: http://nedenolur.net/agiz-yarasi-neden-olur/#sthash.jpt7wDss.dpuf
Devamını Oku »

Baş Ağrısı Neden Olur?



Hem kendimizin dillendirdiği, hem de çevremizdekilerden en sık duyduğumuz sağlık şikayetlerinden biri de baş ağrılarıdır. Baş ağrısı başın herhangi bir noktasında başlayabilir ve başın iç kısmı haricinde, kafa derisini ve yüzü de kapsayabilir. Birbirinden oldukça farklı sebepler değişik türde ağrılara yol açar. Birkaç saat süren baş ağrılarının yanı sıra birkaç hafta boyunca süren ağrılar da vardır. Tiplerine göre baş ağrıları farklı gruplara ayrılır.

Baş ağrısı beyindeki veya vücuttaki diğer başka bir hastalıktan dolayı kaynaklanıyorsa bu ağrı, ‘ikincil baş ağrıları‘ diye sınıflandırılır. Öte yandan baş ağrısı başka hiçbir hastalığa bağlı olmayıp kendisi bir hastalık olarak ortaya çıkabilir. Başka bir hastalıktan kaynaklanmayan baş ağrıları, ‘birincil baş ağrıları‘ grubunda yer alır. Her ne kadar günlük hayatımızda ayrım yapmaksızın hepsine birden ‘baş ağrısı’ desek de, baş ağrısının migren, gerilim, küme gibi farklı türleri ve farklı nedenleri vardır.
Birincil Baş Ağrıları Neden Olur?
Migren Ağrısı

Migrenin neden ortaya çıktığı henüz tam olarak aydınlatılamamış olsa da, genetik ve çevre faktörlerinin bu durumda önemli bir rol oynadığı bilinir. Migren beyin damarlarının çeşitli tetikleyiciler nedeniyle genişleyip tekrar daralmasıyla ortaya çıkan baş ağrılarıdır. Kan dolaşımı sorunlarının ve ağrı sinyallerini iletmede önemli bir rolü olan, 5. beyin sinirindeki (trigeminal) değişikliklerin de migrene yol açma ihtimali üzerinde durulur.


Araştırmalar serotonin ve diğer ağrı düzenleyici kimysalların migrenin ortaya çıkmasında etkisi olabileceğini ortaya koymaktadır. Migren sırasında düşük seviyeye inen serotonin kimyasalı, trigeminal sinirinin ‘nöropeptid‘ molekülü salmasına neden olan bir sinyal gönderir. Nöropeptidler menenje, yani beyin zarına ulaştığında bu durum migrenle ilişkilendiren baş ağrısına yol açar.

Stres, açlık, uykusuzluk, çikolata ve şarap gibi bazı besin türleri, ses veya görüntü gibi duyusal sinyaller, olası migren tetikleyicileridir. Bazı kadınlarda, normal hormon dalgalanmaları da migreni tetikler.
Gerilim Tipi Baş Ağrısı

Gerilim tipi baş ağrısı, boyun ve kafa derisini de içine alabilen bir ağrıdır. Genellikle başın arka tarafında başlayıp öne doğru yayılır. Omuz, boyun, kafa derisi veya çene kaslarının gerilmesi bu tipteki baş ağrısının başlıca nedenidir. En çok karşılaşılan baş ağrısı olan bu türde, anksiyete, depresyon, stres ya da başın zedelenmesi, kas gerilimine ve baş ağrısına yol açar.

Uzun bir süre boyunca başın sabit bir şekilde tutulduğu, örneğin bilgisayar başında çalışmak gibi aktiviteler gerilim tipi baş ağrısına neden olabilir. Bu tip baş ağrsının diğer tetikleyicileri aşırı efor sarfetme, kötü uyku pozisyonu, uykusuzluk, diş gıcırdatma, halsizlik, sinüzit, göz yorgunluğu veya öğün atlama olarak sıralanabilir.

Bazı gıdaların da baş ağrısını tetiklediği bilinmektedir. Eski peynirler ve çikolata bu yiyecekler arasındadır. Yiyeceklerin içindeki doğal ya da yapay maddeler baş ağrısını tetikleyebilir. Alkol ve baş ağrısı her zaman birlikte anılır. Bunların dışında örneğin kahve alışkanlığı olan bir kişi, her gün alışık olduğu miktarda kahve içmediğinde, kafein yoksunluğu nedeniyle baş ağrısı çekebilir.
Ergenlik Dönemi

Yakın bir zamanda ülkemizdeki 12-18 yaş arası gençleri içeren bir araştırma sonucuna göre, bu dönemde pek çok gençte gerilim tipi ve migren tipi baş ağrılarının ortaya çıktığı görülmüştür. Hormonal değişikliklerin yanı sıra hem psikolojik hem de çevre ile ilgili ilişkilerde yaşanan değişiklikler gençlerin baş ağrılarından şikayet etmesine yol açtığını göstermiştir. Ergenlik dönemi gençler için stresin yoğun olduğu bir dönemdir. Örneğin lise çağında artan sınav stresi ve yoğunlaşan ders programı baş ağrılarını tetikleyebilir.
Küme Baş Ağrısı

Küme baş ağrısı aniden başlar ve kişiyi, gece uykusundan uyandıracak kadar şiddetli olabilir. Ağrı gün içerisinde birkaç kez kendini gösterir ve bu durum aylarca sürebilir. Ardından ağrı aynı şekilde kaybolur ve yine birkaç ay boyunca ortaya çıkmaz. Henüz bu tip ağrıların kesin nedeni bilinmiyor olsa da, bazı bilimadamları bu durumu serotonin ya da histamin salgısının ani salgılanmasıyla bir bağlantısı olduğunu düşünmektedir. Parlak ışıklar, yüksek irtifa, sıcaklık ve fiziksel yorgunluk, küme baş ağrısını tetikleyebilir. Küme baş ağrısı diğer baş ağrısı türlerine göre daha az rastlanan bir ağrıdır.
İkincil Baş Ağrıları Neden Olur?

Yazının başında da belirttiğimiz gibi ikincil baş ağrısı başka bir hastalığın belirtisi olarak ortaya çıkar. Baş ağrısına neden olan hastalıklardan bazılarını aşağıdaki listede bulabilirsiniz. Daha önce hiç yaşamadığınız türde, şiddetli, sık tekrar eden, enseden başlayan ve ani gelişen baş ağrıları yaşıyorsanız, bu ağrıların altında üzerinde durulması gereken başka bir rahatsızlık yatıyor olabilir.

Yukarıdaki tanıma uyduğunu düşündüğünüz ağrılar mutlaka ciddiye alınmalı ve ihmal edilmemelidir. Baş ağrısıyla birlikte kusma, bulantı, zihin bulanıklığı ve görme bozukluğu gibi şikayetleriniz de varsa, zaman kaybetmeden bir doktora görünmelisiniz. İkincil baş ağrısının altında yatan bazı hastalıklar hayati risk taşıdıklarından, erken teşhis oldukça önemlidir.

İkincil Baş Ağrılarına Neden Olabilecek Hastalıkları Şu Şekilde Sıralayabiliriz:
Baş ve boyun yaralanmaları
Beyin damar hastalıkları
Beyin sinir hastalıkları
Beyin hastalıkları
Beyin tümörleri
Beyin basıncının yükselmesi
Beyin enfeksiyonları
Sinüzit
Günlük Kronik Baş Ağrıları Neden Olur?

Günlük kronik baş ağrıları, yukarıda sıralanan ve ikincil grup baş ağrılarına neden olarak gösterilen hastalıkların bir belirtisi olarak ortaya çıkabilir. Ancak başka bir olasılık da bu ağrıların birincil gruba dahil, herhangi bir hastalıktan kaynaklanmayan ağrılar olmasıdır. Bu durumda vücudunuz ağrı sinyallerine karşı aşırı tepki vermeye başlamış ya da beyninizin ağrıyı bastıran sinyalleri görevini yeterince iyi yapmıyor olabilir.

Başka hastalığa bağlı olmayan ama her gün ortaya çıkan ağrılardan şikayet eden kişilerin çoğunda, çok sık ağrı kesici aldıkları için tekrarlayan baş ağrıları görülür. Ağrı kesiciye alışan vücut, ilaç alınmadığında baş ağrısıyla cevap verir. Haftada 3 günden ve ayda 9 kezden fazla ağrı kesici alıyorsanız, günlük baş ağrıları riskiyle karşı karşıyasınız demektir.

- See more at: http://nedenolur.net/bas-agrisi-neden-olur/#sthash.KmLFO57H.dpuf
Devamını Oku »

Elmanın Faydalı

Tok tutar: Elmanın içeriğinde bulunan lif, aynı zamanda uzun süre tok hissetmenizi sağlar. Bir büyük boy elma yaklaşık 95, ufak boysa 60 kaloridir. Fazla kalori almadan uzun süre tok kalmak kulağa oldukça hoş geliyor değil mi? Ancak elma yediğinizde daha fazla acıkıyorsanız üzerine tarçın ilave edebilir veya yanında biraz badem ya da ceviz yiyebilirsiniz.

Solunum sorunlarını önler: Haftada beş veya daha fazla elma tüketmek, içeriğindeki (özellikle kabuğunda bulunan) quercetin adlı anti-oksidandan sayesinde daha iyi akciğer fonksiyonu sağlar. 2007 yılında yapılan bir çalışmada, düzenli olarak elma tüketen kadınların çocuklarında astım gelişme riskinin daha az olduğu bulundu.

Griple savaşır: Elma, içeriğindeki C ve E gibi anti-oksidan vitaminlerle bağışıklılık sistemini güçlendirerek hastalıklara karşı vücut direncini artırır. Bir orta boy elmadaki C vitamini yaklaşık 8 mg. kadar. Günlük alınması gereken C vitamini, erkek ve kadınlar için 90 mg. olduğu bilgisine dayanarak, bu değerin günlük ihtiyacın yaklaşık yüzde 12’sini karşıladığını söyleyebiliriz. Yaklaşan soğuk günler ve gribe karşı daha güçlü durmak için elmayı yanınızdan eksik etmeyin.

Diyabet riskini azaltır: ‘Amerikan Klinik Beslenme Dergisi’nde yayımlanan bir çalışmada elma, armut ve yaban mersininin içeriğindeki antosiyaninlerin tip 2 diyabet gelişimi riskini azalttığı bulundu. Araştırmacılar kırmızı, mor ve mavi renkli sebzeyle meyvelerin de aynı etkiyi gösterebileceklerini belirtti. Meyve çeşitliliği yaratmak için sofranızda bu renkleri bulundurun.

Beyin gücünü artırır: Elma, sinir hücreleri arasındaki bağlantıyı sağlayan asetilkolin artışını sağlar, böylece alzhemir gelişimini azaltarak hafızayı destekler. 2004 yılında yapılan bir çalışmaya göre, anti-oksidan bakımından zengin diyetler de aynı etkiyi gösterir.

Kanser hücreleriyle savaşır: 2004 yılında Fransız araştırmacılar tarafından yapılan bir çalışmada, elmanın içeriğinde bulunan kimyasalların kolon kanserini önlemeye yardımcı olduğu bulundu.

2007’deki başka bir araştırmadaysa elmanın içinde bulunan triterpenoids adlı bileşenin akciğer, kolon ve meme kanseriyle savaşmaya yardımcı olduğu ortaya çıktı.

Ayrıca elmadaki çözünen ve çözünmeyen lifler, toksik maddelerin dışkıylaatılmasını sağlayarak kansere karşı koruyucu etki gösterir.
Devamını Oku »

Su içmenin faydaları



Su içme alışkanlığına sahip değilseniz, bugünü başlangıç alıp bundan sonra bol bol su içmenizi tavsiye ediyoruz. Pudra.com'un su içme alışkanlığını edinmek için önerilerini Su içmeyi unutma! adlı yazıdan okuyabilirsiniz.

Peki neden su içmek bu kadar önemli? Daha fazla su tüketmek için ne yapmalıyız? Memorial Hastanesi’nden Uz. Dr. Selahattin Türen suyun sağlığımız açısından önemini şöyle anlatıyor:

Az su içenlerde yorgunluk, dikkat güçlüğü ve hafıza bozukluklukları görülebilir

"Sağlıklı yetişkin bir erkekte vücut ağırlığının %60’ını, kadında %50’sini su oluşturur. Bu oranlar yenidoğan bir bebekte %70- 75 iken yaşla birlikte azalır. İnsan beyninin %95’ini ve akcigerlerin %90’ını su oluşturur. Vücuttaki bütün sistemler, organlar ve hücreler yeterli su olmadan fonksiyonlarını sürdüremezler. Hücre içinde gerçekleşen bütün hayati metabolik olaylar ancak hücre içinde su yeterli ise gerçekleşebilmektedir. Vücut sıvısının %2 gibi küçük bir oranda azalması bile hafif yorgunluk, yakın hafizada hafif bozulma, dikkati toplamada ve yapılan işe odaklanmakta güçlüklere neden olur. Vücut sıvısının azalmasına basitçe 'dehidratasyon' denir. Gün boyu devam eden hafif yorguluğun en sık nedenlerinden biri de hafif dehidaratasyondur.

Su neden yaşamın kaynağı?


Vücutta taşıyıcı göreve sahip olan su, hücrelere besin ve oksijen taşır, atıkları uzaklaştırır.
Böbreklerin toksik maddelerden temizlenmesine yardımcı olur.
Kan ve lenf sisteminin büyük bir kısmını oluşturur.
Vücut sıcaklığının düzenlenmesinde rol alır.
Kan basıncını kontrol eden elektrolitlerin dengelenmesine ve taşınmasına yardımcı olur.
Sıcak havalarda vücudu serin tutar ve soğuk havalarda vücut izolasyonu sağlar.
Yeteri kadar tüketildiğinde, cildin daha düzgün, daha yumuşak, daha parlak ve daha esnek olmasını sağlar.
Tükürük ve mide salgısında bulunarak, besinlerin sindirilmesinde görev alır.
Su, emziren kadınlarda, süt üretimini artırır.
Bağışıklık sisteminin görevini yapabilmesi için su gerekmektedir. Bu özelliği ile zinde ve dinç kalmada yardımcı olur.
Eklemlerin kayganlığını sağlar.
Su tüketimi azaldıkça, vücutta depolanan yağ miktarı artmaya başlar ve kilo alımı gerçekleşir.
İçme suyu veya doğal kaynak sularının birçoğu bölgeden bölgeye degişmekle birlikte; bazı minarelleri içerir. Vücudumuz için gerekli olan minarellerin bir kısmını içtiğimiz sulardan elde ederiz. Bunlar içinde kalsiyum, magnezyum ve sodyum daha fazla miktarda olanlardır. Flor, iyot ve diğer eser elementlerin de bir kısmını içtiğimiz sulardan sağlarız.


Su tüketim miktarı çevresel ve kişisel şartlara göre değişir

Su tüketiminin sağlığımız için çok önemli olduğu yıllardır anlatılır. Peki, günlük su tüketimi ne kadar olmalıdır? Bu konuda uzmanların farklı görüşleri olsa da çoğunlukla ortalama günlük su tüketiminin 2-2.5 litre olmasi tavsiye edilir. Bunu 8x8 yani gunde 8 defa 8 onz (250 ml veya bir su bardağı) su içilmesi şeklinde de duymuş ve okumuş olabilirsiniz. Bu miktarlar ortalama miktarlardır. İdeal olan ise su ihtiyacının kişinin durumuna ve mevcut hastalıklarına, hava sıcaklığına ve aktivite düzeyine göre ayarlanmasıdır.

Yeterli su içip içmediğinizi test etmek için 3 küçük ipucu


Susuzluğunuzu gidermek için içtiğiniz su miktarının en az 2 katını tüketin.
Günboyu ve sık sık su için ve su içmek için susamayı beklemeyin.
İdrar renginiz koyu sarı renkli ise yeterli miktarda su içmiyorsunuz demektir. İdrar renginiz koyu sarıdan açik ve şeffaf renge dönüştüğünde yeterli miktarda su tüketiyorsunuz demektir.


Kimler daha çok su tüketmeli?

Yüksek proteinli diyetle beslenenler.
Lifli gıdalardan zengin beslenenler.
Bulantı kusma ve ishal ile sıvı kaybının arttığı zamanlar
Ağır fiziksel aktivite yapanlar
Çok sıcak ortamlarda olup, aşırı terleyen kimseler daha fazla su tüketmelidirler.



Su her zaman yaşam kaynağınız olmayabilir

Vücutta fazla miktarda sıvının olduğuna işaret eden durumlarda (bacaklarda ödem ve karında asit); kalp yetmezliği, böbrek yetmezligi, siroz ve kronik karaciğer hastalığı gibi zaman zaman sıvı alımının belli bir miktarla kısıtlanması tedavinin önemli bir parçasıdır. Bu gibi durumda olan hastaların doktorlarının tavsiyelerine uymaları daha doğru olacaktır.

Çay, kahve, kola suyun yerini tutmaz

İçeceklerin hiçbiri suyun yerine geçemez. Su, kalori içermez ve asiditesi yoktur. Kafeinli içeceklerin fazla tüketilmesi; çarpıntıya neden olurken; bu içeceklerin beraberinde fazla şeker ve krema tüketilmesi de gereksiz kalori alınmasına yani kilo artışlarına sebep olabilir. Ayrıca kafeinin idrar söktürücü özelliği de olduğundan fazla tüketildiginde önce sıvı alımı artmış olur, ancak daha sonra idrarla sıvı kaybı artar.

Kola ve benzeri asitli içecekler mideye rahatsızlık verdiği gibi; alınan asidin etkisini azaltmak için vücut çok fazla su harcamak zorunda kalır."

Su tüketiminizi artırmak için öneriler:

Su içmek için susamayı beklemeyin.
Yemeklerle birlikte ve yemek aralarinda su için.
8x8 kuralını unutmayın. Günde 8 kez 8 onz (240 ml, 1 su bardağı) su için.
Kendinize su içmek için güzel bardaklar ya da şık bir sürahi alabilirsiniz.
Çalışma ortamınızda ve evinizde belirleyeğiniz bölümlere “su iç” yazılı notlar asabilirsiniz.
Ofis bilgisayarınıza su hatırlatması programlarından kurabilirsiniz. Böylelikle siz işinize konsantre olmuş çalışıyorken, ekranda beliren su şişesi size su vaktinin geldiğini hatırlatır.
Devamını Oku »

Güneşten korunmak bunları yapın



GÜNEŞTEN KORUNMAK İÇİN BUNLARI YAPIN…

1- Güneşin yoğun olduğu saatlerde (10.00- 16.00) özellikle güneşten uzak durun veya güneş koruyucular kullanın.
2- Tüm gün güneşten korunun. Güneş koruyucuları dışarı çıkmadan yirmi dakika önce sürün ve dört saatte bir tekrarlayın.
3- Bronzlaşmanız, her türlü yoğun morötesi ışını aldığınızı ve cildinizin bu ışınlardan kendini korumaya çalıştığını gösterir. Bu yüzden bronzlaşmak için uzun süre güneş altında kalmayın. Bunu kendinizi koruyarak ve zamana yayarak yapın.
4- Yazın açık renk ince bol giysiler, siperlikli şapkalar ve güneş gözlüklerini tercih edin.
5- Solaryum gibi yapay ışın kaynaklarından kesinlikle uzak durun.
6- Bebek ve çocukları özellikle güneşten koruyun. Onların güneş koruyucuları faktörü yüksek ve bebek-çocuk ürünleri olsun.
7- Çocukları D vitamini alacaklar diye doğrudan güneşte bırakmayın. Gün içerisinde tesadüfen maruz kalacakları güneş ışınları bunun için yeterlidir.
8- Her 6 ayda bir vücudunuzdaki benlerde şekil, renk ve büyüklük bakımından değişiklik olup olmadığını kontrol edin.

GÜNEŞLE İLGİLİ BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

• Vücudumuzdaki diğer organları yıllar yaşlandırırken; derimizi hem yıllar hem de güneş yaşlandırır. Yaşlılık çizgilerinin yüzde 80’i yaşlılıktan değil, güneşten dolayı oluşur.
• Hayat boyu maruz kaldığımız güneşin yüzde 80’ine çocukluk ve gençlik döneminde maruz kalırız. Bu yüzden çocukluk döneminden itibaren güneşten korunmak gerekiyor.
• Güneş hasarı birikicidir. Tıpkı damlayan suyun bir süre sonra kovayı doldurması gibi, hayat boyu maruz kaldığımız güneş cilt kanserlerinin oluşmasında etkili.
Kabarcıklı güneş yanığı geçiren kişilerde bu risk arıyor.
• Gün içinde tesadüfi güneşe maruz kalma oranı, isteyerek maruz kalmaktan 4-5 kat daha fazla. Yani sadece çarşıya, pikniğe ve plaja giderken değil her zaman güneşten korunmalıyız.
• Güneşin hasar verici ışınları olan (UVA) morötesi ışınlar, her mevsim, havanın bulutlu- yağmurlu olması, günün saatine (sabah- akşam) bağlı olmaksızın yeryüzüne ulaşır ve cilt üzerinde etkili olur.
• Gölge sizi güneşten korumaz, yansıyan ışık aynı şekildedir.
• Açık tenli ve renkli gözlü insanlar güneşten daha çok zarar görürler; çünkü pigmentlerin doğal koruyuculuğundan mahrumdurlar.
• Günlük D vitamini ihtiyacınız için gün içerisinde el sırtlarınızdan aldığınız güneş ışınları yeterlidir.
• Deri kanserleri AİDS`ten daha hızlı yayılmaktadır.
• Güneş gören kısımlarda görülen her koyu leke kanser değildir ama sizin total güneş hasarınızın miktarını gösterir.
Devamını Oku »

Siyah üzüm çekirdeği mucizesi?

Ailesinde kanser hastalığı bulunanlar; düzenli bir hayat tarzı ve beslenme biçimiyle, bu hastalığı önleyebilir. Ailesinde özellikle meme ve kalın bağırsak kanseri olan kişiler; 20 yaşından önce kanserden koruyucu sebze ve meyveleri, vitamin ve mineralleri tüketirse, yüzde 33 ile yüzde 53 arasında bu hastalıklardan korunabiliyor.
Mide kanserinden diyetle korunma oranı ise yüzde 60'a çıkıyor. Bu yüzden her gün brokoli, karnabahar, kıvırcık salata, şitake mantarı, dandelion, beyaz lahana, kabak ve domates gibi sebzelere sofranızda yer verin.
Kansere sebep olan en önemli faktörlerden biri şişmanlık. Özellikle kalın bağırsak ve meme kanserlerinde büyük risk yaratıyor. Bu yüzden kırmızı et yemeyin. Zeytinyağı ve soya yağı gibi bitkisel yağları da sofranızdan eksik etmeyin.
Kanserle tedavide etkili olan sebze ve bitkiler ise şöyle:

SİYAH ÜZÜM
Siyah üzümü, çekirdeğini atmadan bol bol tüketin. Çünkü kabuğunda ve çekirdeğinde 'vesibretrol' denilen çok özel bir madde vardır. Bu madde, vücudu doğrudan doğruya kansere karşı korur.

DOMATES
Domatesin içinde bulunan likopen ve selenyum; prostat, meme, kolon ve mide kanserine karşı etkili oluyor. Ayrıca pek çok kanser türüne karşı koruyor. Özellikle kanser hastalarının günde dört-beş adet domates yemesi gerekir.

HAVUÇ
Havucun içeriğinde de bulunan betakarotenler; genellikle kırmızı sebze ve meyvelerde bulunan bir maddedir. Betakarotenler; DNA hasarına engel olurlar, kansere karşı vücudun direncini artırırlar ve immün sistemi uyarırlar.

MANTAR
Mantarlar, kanserden korunmada etkilidir. Kanser hastalarının tedavisi sırasında mantar ekstreleri kullanmaları öneriliyor. Maitake mantarı; meme kanseri, beyin tümörleri, cilt kanseri ve karaciğer kanserinde etkili oluyor. Şitaake mantarı ise jinekolojik tümörler, prostat kanseri veya şikayetlerinde kullanılması öneriliyor. Bağırsak ve kolon kanserlerine karşı da etkili olduğu bilinen maitake mantarı, özellikle 50 yaşından sonra tüm erkekler tarafından kullanılmalı. Reishi mantarının da akciğer kanserine karşı koruyucu olduğu biliniyor.

ZENCEFİL
Kanser tedavisi sırasında bulantınız olursa, zencefil kullanabilirsiniz.

PAPATYA
Papatya, kanser hastalarının ağzında oluşan aftı önler.

DEVE DİKENİ
Karaciğer hastalıklarında yıllardır kullanılan deve dikeni, karaciğer kanserlerini de tedavi edip tümörleri küçültebiliyor.

ISIRGAN OTU
Isırgan yıllardır kanser tedavisinde kullanılıyor. Bitkinin kökü çok yararlı.

Vitamin ve minerallere dikkat!

C VİTAMİNİ
C vitamini; hem kanserden korunmada, hem de kanser tedavisinde başarıyla kullanılıyor. Günlük C vitamini ihtiyacı günde 2 gramdır ama kanser hastaları günde 10 gram C vitamini almalı.

OMEGA 3
Balıkta bol miktarda bulunan Omega 3; meme kanseri, prostat kanseri ve kalın bağırsak kanserinde koruyucu bir etki sağlıyor. Kanserden korunmak için haftada üç gün balık yemek gerekiyor.

FLAVONLAR
Bitkilerde bulunan yaklaşık 4 bine yakın flavon, kanserle savaşta önemli rol oynuyor.

SELENYUM
Bir minarel olan selenyum; prostat, rahim, mide ve ağız kanserlerine karşı etkilidir.
Devamını Oku »

Thursday, June 5, 2014

Her gün bir avuç iyi geliyor(Kuru Üzüm)



Selçuk Üniversitesi (SÜ) Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Sabır, kuru üzümün çok değerli bir besin kaynağı olduğunu söyledi. Kuru üzümün, A ve B vitaminleri ile kalsiyum, potasyum, demir ve sodyum bakımından zengin olduğunu belirten Sabır, vücudun savunma mekanizmasının güçlenmesine büyük katkı yaptığını dile getirdi.

"DAHA DİRENÇLİ BİR BÜNYEYE SAHİP OLABİLİRSİNİZ"

Sabır, kuru üzümün günümüz hastalıklarını da çare olduğunu ifade etti. Üzüm tüketerek hastalıkla mücadelede daha dirençli bir bünyeye sahip olunacağını vurgulayan Sabır, şunları kaydetti:

“Kuru üzüm, insan vücudunda kansere neden olabilecek zararlı maddelere karşı koruyucu özellik taşımaktadır. Üzümde bol miktarda bulunan ve güçlü bir antioksidan madde olan 'Rezveratrol', insan bünyesinde kanser hücrelerinin gelişimini sınırlandırıcı etki yapmaktadır. Bu madde ayrıca, insanlarda aşırı soğuk havalara karşı direnç sağlamakta ve bünyeye giren virüs ve mantarlarla savaşarak bünyeyi bu tür zararlılara karşı korumaktadır. Öte yandan, kalple ilgili olarak kuru üzüm, başta kanın temizlenmesi, kalbin güçlendirilmesi ve dolayısıyla kalp-damar hastalıklarına karşı direncin artmasına da yardımcıdır. İleri yaşlarda, üzümün unutkanlığı önlediği alzaymır gibi hastalıklara karşı da iyi geldiği bilinmektedir. Mevsimler arası geçiş dönemlerinde yoğunlaşan gribal enfeksiyonlara karşı da bağışıklık sistemini önemli derecede güçlendirmektedir."

"STRESİ KURU ÜZÜMLE YENİN"

Doç. Dr. Sabır, üzüm içerisinde lifli maddelerin olduğunu, bu maddelerin bağırsakların sağlıklı bir şekilde çalışmasında etkili olduğunu aktardı.

Üzümün, gastrit ve benzeri mide rahatsızlıklarına karşı mideyi kuvvetlendirici olduğuna dikkati çeken Sabır, şöyle devam etti:

"Nefes darlığına ve boşaltım yoluyla ilgili iltihaplara karşı da üzümün iyi geldiği bilinmektedir. Yine vücutta biriken toksinler dediğimiz vücuda zararlı olan yabancı maddelerin dışarıya atılmasında üzümün önemli faydaları vardır. Yorgunluğu ve ağız kokularını giderici özelliğe de sahip olan üzümün faydaları aslında çok daha fazladır. Bir avuç kuru üzüm stres kaynaklı çeşitli zorlukların üstesinden gelmek için önemli etkiye sahiptir. Stresi kuru üzümle yenin. Çünkü üzüm, tüm vücut hücrelerinde olduğu gibi insan beynindeki hücrelerin enerji kaynağıdır ve insanın ruhsal gücünü doğrudan etkileyen bazı bileşiklerin salgılanmasına da yardımcı olduğu bilinmektedir.”
Sağlık için sağlıklı beslenin.
Devamını Oku »